İşe gitmek için erken vakitte kalkmaya alışmıştı vücudum, bu yüzden her gün uyandığım saatte, alarmı duymadığım halde uyanmış ve kendimi Hoseok'un kollarında bulmuştum. Durumun yabancılığıyla gözlerimi kırpıştırıp gerçekliğini sorgularken Hoseok da uyanmış ve şaşkın suratıma hafifçe gülümseyip yeniden uyumamı söylemişti. Birkaç saat sonra gözlerimi yeniden açtığımdaysa yanımda değildi, bu yüzden bir anlığına da olsa her şeyin rüya olduğunu ve işe geç kaldığımı düşünmüştüm.
Panik içinde yataktan kalktım, ani hareketle dengemi kaybetmiş ve tutunacak bir yer bulamayıp yorganın üzerine yığılmıştım. Burnum tıkalıydı ve vücudumdaki bütün kemikler sızlıyordu. Hasta olduğum gerçeğiyle birkaç dakika olduğum yerde tavanı izlemiş ve önceki akşamı düşünmüştüm. Hoseok'la beraber uyumuştuk, rüya değildi. Sabah olunca şirkete dönmüş olmalıydı, benimle uyumasını isteyerek ona yeterince yük olmuştum zaten.
Telefonu odaya dün akşam ben mi getirmiştim, Hoseok salonu toplayıp döndüğünde yanında mı getirmişti bilmiyordum ama yatağımın yanındaki komodinin üzerindeydi; herhangi bir günaydın mesajı olup olmadığını kontrol etmek için elimi cihaza doğru uzattım ama hayır, her zaman yolladığı o bin tane güneş emojili günaydın mesajlarından eser yoktu. İç geçirip ağır hareketlerle ayaklandım ve yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalamak üzere odadan çıktım.
Ben daha banyoya gireli beş dakika olmamışken dış kapının açılıp kapanma sesi evin duvarlarında yankılanmıştı. Ağzımda diş fırçasıyla fırladım banyodan. Eve her kim girdiyse mutfağa yönelmiş olmalıydı zira sesler duyuluyordu. Korkuyla başımı içeriye uzattım ve buzdolabıyla uğraşan erkek arkadaşımın sırtıyla burun buruna geldim.
"Hoseok..." Ağzımda fırça olduğu için ismini düzgün bir şekilde telaffuz edememiştim ama önemi yoktu, Hoseok zaten sesimi duyar duymaz çığlık atarak kendini buzdolabına fırlatmıştı. Korkarak ona yöneldiğimde başını bana çevirmişti, bir eliyle dolaptan destek alırken bir elini kalbine bastırıyordu. "Nari!" diye bağırdı sitemle, içine girmeye çalıştığı dolap vücudunda belli yerlere çarpıp canını yakmış olmalıydı, kaşlarını çatıyordu. "Ödümü patlattın!"
Fırçayı ağzımdan çıkarırken "Özür dilerim." diye mırıldandım. "İyi misin?"
İç geçirerek doğrulup göğsünde olmayan elini havada sallamış ve beni bir nevi başından savmıştı. "İyiyim, git işini hallet."
O an için endişe duysam da mutfaktan çıkınca manzaranın ne kadar da komik olduğunu idrak edebilmiş ve banyoya yürürken kendimi gülmekten alıkoyamamıştım, neredeyse kendi tükürüğümde boğuluyordum. Hoseok ona güldüğümü duymuş ve mutfaktan "Yah!" diye bağırmıştı ama kendimi tutamıyordum.
Dişlerimi fırçalamayı bitirip hemen yanına döndüm, ben mutfağa girerken o mutfaktan çıkıyordu ve çarpışmıştık; geriye gideceğim sırada kolları etrafımı sarmış ve gövdemi dans ediyormuşuz gibi geriye yatırmamı sağlamıştı. Gülümseyerek yüzünü avuçladım, o da kızgınlığını üzerinden atmış, bana sevimli sevimli gülümsüyordu. "Günaydın, güzellik."
Sanırım bu davranışı her sabah attığı mesajın hayat bulmuş haliydi, gülümsememin genişlemesine engel olamadım ve "Günaydın, Hoseok-ah." diye karşılık verdim ona. Belime o kadar doğru bir teknikle sarılıyordu ki hasta olduğum halde bulunduğum pozisyonda rahatsız hissetmiyordum, Jung Hoseok'un yaptığı her hareket bir koreografinin parçası gibiydi.
Bedenimi yavaşça doğrultarak kollarının arasından çıkmama izin vermeden dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. "Daha iyi misin?"
Başımı sallayarak onayladım onu. "Yine de iyileşmiş hissetmiyorum." diye ekledim ardından da. "Gittin sandım."