"Benim aklıma bir fikir geldi bak," Ablam hatta konuşurken ben çantamı topluyordum, kulaklığım takılıydı. Amfide bir tek ben kalmıştım, dersin sonunda olan şey yüzünden hala dalgındım ve insanların dağıldığını fark etmemiştim bile. Ablam aramasaydı büyük ihtimalle burada kilitli kalırdım. "Noel tatili için sevgilini alıp buraya gel."
"Oldu." Hoseok'un işi gücü yoktu da benimle kalkıp ta Jeju'ya gelecekti. Hem, biz daha çok yeniydik. Yalnızca üç haftadır çıkıyorduk.
"Yah, Chae Nari!"
"Unnie, böyle bir şeyi gidip de soramam." diye açıklamaya çalıştım montumu giyinirken. Kasım ayında olduğumuz için hava fazlasıyla soğuktu. "Eniştem ne diyecek, hem? Elin adamını evine kalmaya getirdiğimde?"
"Jogook seni kendi kardeşi gibi görüyor, o da hayatındaki adamla tanışmayı en az benim kadar istiyor, Ri-ya."
İç geçirdim, basamakları inerken sırt çantamı tek koluma asmıştım. "Biraz düşünmem lazım. Benim de tatil yapacağım kesin değil, hem tezim-"
"Biraz dinlenmen lazım." diyerek kesti lafımı. "Bu sefer tatili geri çevirme. Yıllardır çalışıyorsun, yeterince para biriktirdin."
Birkaç saniye boyunca cevap vermediğimde konuşmaya devam etmişti. "Nari-ya?"
"Hm?"
Ablam yaramaz bir tavırla kıkırdadı. "Nasıl öpüşüyor?"
Keşke bilsem. "Yah, unnie!"
Ben binadan çıkarken ablam kahkahalarla gülüyordu. "Öpüşmediniz yani, anladım."
"Chae Nayeon-ssi, sana iyi geceler." O gülmeye devam ederken telefonu yüzüne kapattım ve oflaya poflaya montumun cebine tıktım, moralimi bozmuştu işte. Ben de isterdim Hoseok'un nasıl öpüştüğünü öğrenmek ama hiç fırsatımız olmamıştı ki. Dükkana gelmiyordu, ben de birkaç defa yorgun geldiğini görünce beni almaya gelmeyi ona yasaklamıştım. Perşembe akşamları şanslıysam onu görebiliyordum, bir de geçen hafta sonu ben ayaklarımın ağrısından ağlamak üzereyken sürpriz yapıp ben almaya gelmişti. Uf, o an öpüşecektik işte, kurtarıcı meleğim gibi gelip beni metronun merdivenlerinde yakalamıştı ama biz yine hiçbir şey yapmamıştık.
Yanaklarımı öpüyordu, koklayarak öpüyordu hem de, burnunu sürtüp gülmemi sağlıyordu. Birkaç defa el ele yürürken kaldırıp parmak boğumlarımı öpmüştü, bazen de beni apartman kapısına kadar geçirip alnımı öpüyordu. Bununla yetinmemenin nankörlük olduğunu biliyordum ama üst dudağındaki benle bozmuştum kafayı, ayrıca öyle güzel bir şekli vardı ki dudaklarının... Of.
Belime dolanan bir kol beni aniden çekince korkuyla çığlık attım. Hoseok beni sıkıca sarıp kucaklarken gülüyordu. "Yine ne düşünüyorsun da etrafını görmüyorsun?"
"Yah, ödüm koptu!" diye mızmızlandım kollarının arasında. Gülmeyi kesip "Neden?" diye sordu bir anda. "Seni rahatsız eden biri mi var?"
"Hoseok, ben bir kadınım ve bu saatte dışarıdayım." dedim karanlık gökyüzünü işaret ederek. "Korkmak için bin bir çeşit sebebim var."
"Haklısın, dünya bok gibi bir yer. O yüzden ben seni her akşam almaya geleyim-"
"Hayır." Sarılışından kurtulup yürümeye devam ettim, hemen peşimden gelip elimi yakaladı ve parmaklarımızı iç içe geçirdi. "Seni özledim. Ama sen beni hiç özlemiyor gibisin."
O nasıl laf, diyerek üzerine atlamak istemiştim ama kendimi tuttum. "Özledim. Biraz kafam dağınık sadece."
Yanlış yere doğru yürüyor olmalıydım ki beni çekiştirip yönümüzü değiştirdi, elimi bırakıp kolunu belime sararak bedenlerimizin yandan yaslanmasını sağladı. "Bir sorun mu var?"