Stüdyonun dışından gelen tıkırtı sesleriyle, yavaş yavaş da olsa araladım gözlerimi. Hoseok'un koltuğunda sarılarak uyuyakalmıştık, şimdi kolları etrafıma sarılıyken yeni uyandığını belli eden yüz ifadesiyle üzerimde yükselmiş, sesin kaynağı olan kapıya bakıyordu. "Hoseok?" diye mırıldandım, ifadesi az da olsa normale dönerken bakışlarını bana çevirdi. "Ne oluyor?"
Tam o an kapının arkasından Jimin'in sesi yükseldi, yanındaki suç ortağı her kimdiyse fısıldayarak onu susturmaya çalışmıştı. Kapıyı açmaya uğraştıklarını anlamıştım. Hoseok da anlamıştı, kollarını çekerek koltuktan yavaşça kalktı, işaret parmağını dudaklarına yaslayarak susmamı söylemişti. "Kızma çocuklara." diye fısıldadım endişeyle ama işe yaramayacağını biliyordum, parmak uçlarında ilerledi kapıya.
"Siktir-" Jimin'in bağırarak kaçtığını duydum ama Jungkook yakalanmıştı. Hoseok ona ne yaptığını sorarken "Kaç saattir içeridesiniz!" diye mızmızlandı maknae, Hoseok'tan uzun ve yapılıydı ama kesinlikle karşı çıkamıyordu. "Jimin-ie hyung'la endişelendik."
"Jimin-ie hyung'un ne güzel endişelenmiş," diye dalga geçti Hoseok, başını eğerek Jimin'in koridorda koştuğu yönü işaret etmişti.
Jungkook'un başı içeri uzandı, yakası Hoseok'un parmaklarının arasında olsa da koltukta doğrulmaya çalıştığımı görünce kocaman gülümsemişti. "Noona."
El sallayarak gülümsedim, Hoseok da en sonunda Jungkook'u koridora itip kapıyı yeniden kilitledi. Yeniden koltuğa yaklaşırken somurtuyordu. "Şunlara yüz verme."
Hoseok beni yapayalnız bıraktığında nasıl olduğumu kontrol etmeye gelen kişi Jungkook ve daha önce tanışmadığım Jimin olmuştu, elbette onlara yüz verecektim ama Hoseok'la henüz barışmışken yeniden kavga etmek istemiyordum. Koltukta yanıma otururken kendi tarafındaki elimi tutmuş ve parmaklarımızı iç içe geçirmişti. Dudaklarını elimin üzerine yasladı. "Bu gece bizde kalmak ister misin? Ben seni sabah dükkana bırakırım."
Birkaç saniye boyunca gözlerine baktım, bakışları onu reddetme ihtimalimle titriyordu ve ben Hoseok'un bana karşı böyle içten, böyle sevgi dolu olmasını özlemiştim. "Olur." dedim ama sabah beni dükkana bırakmasına gerek olmadığını, zaten izne çıktığımı söylemedim. "Tamam. Sizde kalalım."
**
"Burası benim odam." O, kapıyı arkamızdan kapatırken ben çoktan odanın içine doğru birkaç adım atmıştım. "Şimdiden uyarayım, Jimin'de yedek anahtarı var."
Gülümseyerek bakışlarımı omzumun üzerinden ona çevirdim. "Neden?"
"Jimin tek kalmayı sevmiyor, eskiden oda arkadaşıydık." diye açıkladı. "Kabus görünce buraya gelir genelde."
"Anladım..."
"Sana kıyafet vereyim." Bir anda odanın içindeki kapılardan birine ilerlemeye başladı. "Karıştırabilirsin, çekinme."
Kıkırdayarak yatağın ucuna oturdum, odası oldukça güzel ve ferahtı. Pencere açık olduğu için odanın içi aralık ayının soğuğuyla dolmuştu ama ayağımı bastığım zemin sıcaktı; biliyordum ki o pencereyi kapattıktan birkaç dakika sonra oda sıcacık olurdu.
"Nari?" Hoseok bana seslenince bakışlarımı etrafta gezdirmeyi bırakıp yavaşça ardında kaybolduğu kapıya döndüm, gardırobu olmalıydı. Başını pervazdan uzatmış, bana bakıyordu. "Kahve yapar mısın?"
Gülümseyerek salladım başımı. "Yaparım."
Vücudum Hoseok'unkine kıyasla ufak kalıyordu ve kendisi zaten bol kıyafetlerle rahat ediyordu, bu yüzden bana getirdiği rahat kıyafetler üzerime kocaman olmuştu. Yalnızca giyindiğim tişört dizlerimin bir karış üstünde biten sade bir elbise gibi duruyordu. "Bakabilirsin." dediğimde yavaşa bana dönüp ne giydiğime bakmıştı, yanakları hafifçe kızardı. "Bana kalsa hep böyle gez." dedi dürüstçe ve onun yanağındaki renk benim yüzüme sıçradı. "Ama şimdi rahat edemezsin sen."