Jung Hoseok sağolsun, sabah işe giderken gördüğüm her şeye "Günaydın!" diye şakımaktan alıkoyamadım kendimi. Bu durum yolda yürürken de, metrodayken de, dükkana vardığımda da devam etti. Neşem müşterilere de bulaşıyordu, dükkana inanılmaz bir atmosfer hakimdi. Sujin başta olmak üzere bütün iş arkadaşlarım ne olup bittiğini sorguluyordu ama kimseye tek kelime etmemiştim.
Sorunu yokmuş gibi davransa da aramızdaki bu şeyi herkese duyurmak isteyeceğinden emin değildim ve bu konuda ona saygı duymaya hazırdım. Öyle kolay kazanılmış br kariyere sahip değildi sonuçta.
Saat on ikide öğle molasına çıktım ve telefonumu alıp dükkandan ayrıldım. Molam bir saatti ve Jung Hoseok asla saat birden önce gelmezdi; bu yüzden caddede öylesine bir turlayıp geri dönecektim. İçim içime sığmadığındandı galiba ama aç hissetmiyordum, marketten bir paket kek alıp boş bir bank buldum ve telefonumu kurcalarken kekimi kemirmeye başladım.
Hoseok sabah "Günaydın :)" yazan bir mesaj atmıştı ama mesajı attığı saat benim mesaiye başladığım saatti; bu yüzden zamanında ona geri dönüş yapamamıştım.
Ben: Üzgünüm, çalışıyordum. İyi günler sana :)
Çok mu garipti? Evet, evet kesinlikle çok garipti. Ama artık çok geçti, mesajı çoktan yollamıştım.
Daha garip olansa, mesajın iletilmemiş olmasıydı.
Kafamı takmayıp biraz internette gezindim ve saatimde dükkana döndüm. Acaba Hoseok gelmiş miydi? Geç çıkacağım için normalden biraz daha geç gelirdi belki? Sorsa mıydım? Hayır, çok yüzsüz olurdu. Hem, daha ilk günden. Hah. Niye soruyormuşum ya? Teklifi yapan oydu, gelecekti.
*
Gelmedi.
Akşam yedide elimde telefonum, tezgahın arkasındaki taburede hayata küsmüş suratımla oturuyordum. Müşteriler benim suratımı görüp kaçtığı için iş arkadaşım Heetak beni tabureye oturtup kasaya kendi geçmişti. Mesajımın iletilmediğini gösteren ekrana bakarken ağlayacak gibi hissediyordum ve midem bulanıyordu. Ablam kendini kaptırma derken bundan bahsediyor olmalıydı. İşin kötü yanıysa; bu, kendimi kaptırmamış halimdi.
Sırada müşteri kalmayınca Heetak endişeli bakışlarını bana çevirdi, tam o sırada da karnım guruldamıştı. "Çok mu acıktın?"
Ona, öğlen yemek yemediğimi söylemedim. "Yok, iyiyim."
"Sandviç kalmadı ama büyük kurabiyelerden bir tane var, istersen-"
Ona gülümsedim. "Sorun değil, Heetak."
Bana cevap verecekti ama tam o an telefonumdan bir ding sesi yükseldi, şu mesajlarınız iletildiğinde duyulan bildirim sesi. Şaşkınlıkla ekrana çevirdim bakışlarımı. Mesajım iletilmekle kalmamış, bir de görülmüştü.
Kaşlarımı çatıp ne olduğunu anlamaya çalıştım ama ben daha bir şey düşünemeden telefonum çalmaya başladı ve tepemde dikilen Heetak da ekranda yazan kocaman Hoseok-ah yazısını gördü.
O, "Ne?" derken ben heyecanla personel odasına koştum ve içerideki arkadaşlarımı görünce panik içinde oradan geri çıkıp dükkanın çıkış kapısına yöneldim. Ben daha dışarıya adım atamadan arama bitmişti ama ben somurtmaya fırsat bulamadan yenilendi.
Gelen arama: Hoseok-ah
"Efendim?"
"Nari-ssi, çok üzgünüm!" Yavaş adımlarla dükkanın önünden çekildim ve Hoseok'un devam etmesini beklerken duvara yaslandım. "Sabah şarjım bitmiş ve telefonum kapanmıştı, ben de şarja taktım ama evde üç tane çocuk olduğu için-"