"...ve ikisi beraber başvurdu. Galiba Namjoon'la ben de önümüzdeki sene gideceğiz." Somurtarak çayından bir yudum aldı. "O zamana kadar mixtape'imi yetiştirmem lazım."
"İlk yayınladığına bir göz atmış olabilirim." dedim onun gibi çayımdan bir yudum almadan hemen önce. İrileşmiş gözlerini bana çevirerek yürümeyi bıraktı ama ben gülerek adımlarımı hızlandırınca peşime takılmıştı. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu gerginlikle. Gergin olmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu oysa. Bunca yıl geçmesine rağmen kendine ve yeteneğine hala güvenmediğini fark edince dudaklarımı somurtmamak için birbirlerine sıkıca bastırmam gerekmişti.
"Bütün şarkılarını dinlemedim," dedim dürüstçe. "Yalan söylemeyeyim, dinlememden rahatsız olacağını düşündüm. Ama title parçanı biliyorum ve çok ama çok beğendim. İşe giderken metroda aralıksız onu dinliyorum."
"Neden dinlemenden rahatsız olayım ki?" dedi şaşkınlıkla, elinde boş kalan bardağı yanından geçtiğimiz bir çöp kutusuna attı. "O şarkıları insanlar dinlesin diye yaptım, değil mi?"
"Evet, öyle." Boştaki elimi koluna sardım ve öyle yürümeye devam ettik. Bu akşam bu hareketi ilk yapışım değildi ama Hoseok her seferinde ilkmiş gibi gülümsüyor, salak sırıtışını görmeyeyim diye başını çeviriyordu. "Ama seninle bir idol olduğun için ilgilendiğimi düşünmeni istemedim. O yüzden de kameralar karşısında yaptığın şeylerle pek ilgilenmedim."
Yürümeyi bırakıp olduğu yerde durduğunda koluna girdiğim için yoluma devam edememiş, ondan bir adım ötede duruvermiştim. Bedenimi ona çevirdim, kaşlarım merakla havalanmıştı. "Ne oldu?"
"Benimle ilgileniyor musun?" diye sordu, suratının her karesinden saf bir cehalet akıyordu.
"Belli değil mi?" dedim ben de şaşkınlıkla, yanaklarımın kızarmaya başladığını hissediyordum ve sebebi soğuk hava değildi. Yine de geri adım atmayacaktım, Hoseok bana benimle ilgilendiğini söyleyebildiyse ben de ona onunla ilgilendiğimi, ondan hoşlandığımı söyleyebilirdim.
"Şey, hayır."
Gözlerimi kırpıştırdım. "Jung Hoseok," dedim sonra da. "Seninle ilgilenmesem neden burada seninle vakit geçireyim? Dokuz saatlik mesaimin ardından, hem de?"
"Bilmiyorum, ben..." Tutmadığım kolu havalandı ve elini ensesine attı. Gerçekten de bilmiyordu. "Bir sebep düşünmemeyi seçtim, sanırım."
"Pekala, seninle ilgileniyorum." deyiverdim. Bütün yüz kasları cesaretimle beraber donakalırken duraksamadan devam ettim çünkü bir defa susarsam bir daha konuşamayabilirdim. "Aylardır seninle ilgileniyorum, seni merak ediyorum. İdol olduğun için değildi, öyle düşünmeni istemediğim için BTS'in J-Hope'unu hiç araştırmadım ve Jung Hoseok'u senden duymayı umut ettim. Ya da dürüst olayım, umudum yoktu." Utanarak kıkırdadım. "Ama artık umudum var ve seni tanımaya başlıyorum, bildiğim kadarından da çok hoşlanıyorum."
Annesine küfretmişim gibi bir tavırla elimi sardığım kolunu benden kurtarıp geriye doğru bir adım attı, suratındaki ifadeye bakılırsa şok geçiriyordu. İleri gittiğimi düşünerek panik oldum ve maskemi ağzıma çekerek başımı yere eğdim, yolun yarılıp beni içine çekmesini umut ediyordum.
Tam o an yan tarafımızdan birisi şaşkınlıkla "Hoseok-ie?" dedi.
Ben başımı kaldırıp Hoseok'a bakana kadar konuşan kişiye tepki vermemişti, ben ona bakınca da sırf gözlerini kaçırabilmek için sesin kaynağına baktı. "Namjoon-ah?"
"Bir şey mi bölüyoruz?" Bakışlarımı ben de o tarafa çevirdim ve bana bakan Namjoon-ssi tıpkı Hoseok gibi bakışlarını kaçırmak için karşısındaki grup üyesine döndü. Cidden, bakılamayacak kadar rezil olmalıydım. Ya da hayır, rezil falan değildim çünkü Namjoon-ssi'nin yanındaki maknae Jungkook-ssi suratında çocuksu bir heyecan ve merakla bana bakıyordu. Bana gülümsediğinde bu hareketinden cesaret aldım ve beklemeden eğildim. "Merhaba."