Sabah yataktan zor çıkmış, evden zorlukla ayrılmıştım. Metroda uyuduğum için neredeyse ineceğim durağı kaçırıyordum. Yine de işe vaktinde varmayı başardım, personel önlüğümü giyinirken esniyordum.
Sujin hayal kırıklığı dolu suratıyla karşıma dikilene kadar.
"Neyin var?" diye sordum mayışmış sesimle, gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum.
"Benim bir şeyim yok ama anlaşılan senin idol bir sevgilin var."
Kurduğu cümleyle beraber uykum bir anda dağılmış, gözlerim irice açılmıştı. "Ne?"
Telefonunu cebinden çıkarıp ekranda bir şeylere dokundu ve dün tarihli bir makaleyi gözüme sokarcasına telefonu elime tutuşturdu. "Bak bakalım."
Makale Han'ın kenarında yaptığımız yürüyüşle alakalıydı. Fotoğraflarımız da çekilmişti. Ben elbette tanınmıyordum ama Hoseok çayını içerken maskesini açtığı için çekilen birkaç fotoğrafta çok net görünüyordu. Makale de Hoseok ve onun küçük tatlı kız arkadaşı hakkındaydı. Kim Namjoon ve Jeon Jungkook'un geldiği an da fotoğraflanmıştı; son fotoğrafsa üşümesin diye maskesini yüzüne çektiğim kareydi.
Ne diyeceğimi bilemeyerek bakışlarımı telefondan kaldırdım ve Sujin'e baktım.
"Yüzün görünmüyor, evet, ama sen olduğunu biliyorum." dedi. "Bunu bana nasıl söylemezsin?"
"Sujin, ben..." En yakın arkadaşlar değildik ama uzun bir geçmişimiz vardı ve Sujin aşk hayatında olup biten her şeyi benimle paylaşırdı, o yüzden alınmasını anlıyordum. Yine de duruma benim açımdan bakmasını dilerdim, Hoseok'la aramda olan şey, tek başıma verdiğim bir kararla dünyaya açabileceğim bir şey değildi.
"Ha, sakın 'O bir ünlü, o yüzden söyleyemedim.' palavrasını da sıkma. Adamın derdi bu olsa seni şehrin ortasında randevuya çıkarmaz."
Yutkundum. "Sujin, henüz ciddi-"
"Henüz ciddi değilsiniz." diye alayla tamamladı cümlemi. "Tabi, evet. Aylardır bakışlarınla yiyorsun adamı ve en sonunda eline fırsat geçtiğinde ciddi değilsin, öyle mi?"
Açıklamama bir türlü izin vermiyordu, elimde yapacak bir açıklama da yoktu ama davranışı kendimi kapana sıkılmış hissetmeme yol açmıştı. Öyle olmadığım halde kendimi suçlu hissediyordum, bu yüzden yalnızca "Özür dilerim." diyebildim.
"Kalbini kırdığında da gelme bana." demekle yetindi ve kendi personel önlüğüne uzandı. Odada yalnızca ikimiz vardık, zaten sabahları dükkanı üç çalışan açıyorduk ve üçüncümüz olan Jiho çoktan masaları silmek üzere odadan çıkmıştı.
Ben de dayanamayıp Sujin'i odada tek bıraktım ve dükkana geçtim.
**
Günüm çok kötü gidiyordu.
Sabah geç uyandığım için kahvaltı yapmaya vaktim olmamıştı, Sujin'le yaşadığım tartışma da iştahımı kesmişti. Karnım gurulduyordu ama canım kahve bile istemiyordu, uykusuzluktan bayılacaktım. Sujin bana tavırlı olduğunu her hareketiyle belli ediyordu, dükkan kalabalıktı ve galiba Jiho da olup bitenlerden haberdardı. Dükkanda en yakın olduğum kişi Sujin'di ama Jiho da az da olsa alınmış görünüyordu, diğer çalışan arkadaşlarımın tepkilerini düşünmek bile istemiyordum.
Bugün öğle molamda, personel odasında uyurum diye düşünmüştüm ama şimdi dükkanda bile durmak istemiyordum. Saat on ikiyi vurduğunda önlüğümü yırtarcasına çıkarıp çantamı aldım ve beklemeden dükkandan ayrıldım, nefes alamayacak hale gelmiştim.