"Kesinlikle sana bakıyor, Afra,"
"Bana Afra demeyi bırakmalısın!" dedim bir çırpıda. Birkaç gündür bir çocuğun bana baktığından bahsedip duruyor ve sürekli soyadımı kullanıyordu. Bu durum artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. İnsanların bana soyadımla hitap etmeleri hoşuma gitmiyordu.
"Sıkıntılı mısın, yoksa duymamazlıktan mı geliyorsun? Buraya geliyor! Afra, buraya geliyor." diye şakıdı Pınar. Elbette beni dinlememişti. Gidebilsem, durmazdım şuan da burada. Ama görebildiğim tek şey boşluktu. "Hadi, Pınar. Gidelim!" diye mırıldandım. "En son böyle bir olayın nasıl sonuçlandığını ikimiz de biliyoruz, şimdi, gidelim."
Daha biz arkamızı dönüp gidemeden yabancı bir ses kulaklarıma izinsiz giriş yapmıştı. Yabancı olabilirdi ama kesinlikle duyulmaya değirdi. "Merhaba!"
Pınar'ın kolumdaki parmakları yerlerini daha çok belli edince bunun birkaç gündür bahsettiği kişi olduğunu anladım. İçime derin bir nefes çektiğim de burnuma dolan elma kokusu beni yabancının olduğu tarafa döndürmüştü. "Merhaba!"
Pınar, sadece benim duyabileceğim bir şekilde kıkırdadığında parmaklarım istemsiz olarak koluna saplanmıştı. Kıkırtısı yarım kesilmiş ve yerini inlemeye devretmişti. Bu sefer gülen bendim. Ama içimden. "Bir şey mi diyeceksin?"
"Ecem Yağmur sensin, değil mi?" dedi aynı yumuşak ses. Sesini bir şeylere benzetmeyi istiyordum ama benzetecek bir şey bulamıyordum. İçinde kaybolmak isteyeceğiniz türden bir sesi vardı. Bu Emeli Sandré'nin şarkılarını defalarca dinlemek gibi bir şeydi. Ama daha farklı. Daha özel...
"Benim,"
Varlığını sadece kolumdaki parmaklarından hatırladığım, Pınar, derin bir nefes almıştı. Fazla heyecanlı... Benim aksime... Aldığı nefesi bir daha geri vermedi ve çocuğun cümlelerini sıralamasını bekledi. Ben sabırla çocuğun konuşmasını beklerken; Pınar, kıpırdamadan duramadı ve ayağıyla ritim tutmaya başladı. Pınar'ın hızlı ritimleriyle ben de sallanmaya başladım. Bu durumdan nefret ediyordum.
"Ahmet Hoca bunu sana vermemi istemişti. Salı günü. Biraz geç oldu ama, ancak vakit bulabildim. Kusura bakma."
Gülümsedim. Karşılaştığım şey ise, yine bir boşluk oldu. "Önemli değil."
"Şey, aslında biraz inceledim kitabı. Kapağı normalinden fazla kalın olunca ilgimi çekti. Kabartma yazıları var ve bu kitap görme engelli-"
"O kitap, benim." dedi Pınar, çocuğun lafını bitirmesini bile beklemeden. Kurduğu cümle beynimde filtreden geçtikten sonra "Ne?" diye tiz bir çığlık koptu boğazımdan. Ne dediğimi idrak eden Pınar, beni cimcimledikten sonra az önce kendi başına uydurduğu yalanı sürdürmeye devam etti. "Hocadan kitabı isteyeli çok oldu aslında. Ama iyi olduğu getirdiğin, arkadaşım, yani Afra dışındaki bir başka arkadaşım, eminim çok sevinecek."
Ne olduğunu görebilmek için gözlerimi daha çok açmaya çalıştım ama elde ettiğim yine bir boşluk oldu. Çocuğun verdiği tepkiyi deli gibi merak ediyordum. Kafamı başka yöne çevirdim. Bu yalana dahil olmayacaktım.
Çocuksa hiçbir şeyin farkına varmamış, sadece "Afra?" diye sormuştu. "Harika!" diye soludum sessizce. Pınar, yine cevap verme görevini üstlendi ve "Onun soyadı." dedi. Derin bir soluğu içime çektim. "Merhaba!" dedim tekrardan. Şuanda, benim açımdan, resmen tanışmıştık.
Çocuk, minik ve neredeyse mükemmel bir kahkaha atınca şaşırıp kaşlarımı çattım. Sanırım çocuğu delirtmiştik. "Merhaba!" dedi kahkahasının arasından. Kahkası yerini neredeyse duyulmaz kıkırtılara bıraktığında devam etti. "Özgür Rüzgar," Derin bir soluğu içine çekti ve hemen ardından tekrar kıkırdadı. "Soyadım da Sarı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyaha Çalan Renkler
Teen FictionKeşke hayat rengarenk olsaydı... Kör bir kız... Renklerden habersiz, insanlardan, yaşadığı şehirden... Ve kızı seven bir adam... Kızın kör olduğunu bile bilmiyordu üstelik. Onların hikayesi yok gibiydi ama renkler onları birleştirdi. Gerçeği öğrenme...