"Sessiz ol, Ayaz abi. Uyandıracaksın kızı!"
"Uyansın be! Akşam oldu! Hem arkadaşlarını çağırıyor hem uyanmıyor!" diye bağırmaya başladığında, Ayaz; uykunun rahat kollarından iyice sıyrılmıştım. "Düşüncesiz!" diye tısladım yüz üstü yatmak için hareket etmeye çalışırken. Ayaz'ın adımları yatağıma doğru yaklaştı ve dizleri yatağımı itene kadar da hızını kesmedi. Üzerimden pikeyi hızla çekti ama umursamadım. Hava zaten sıcaktı. "Ne dedin sen?!" diye bağırdı bu sefer. Sabah sabah bağırmaktan ne zevk alıyordu ki!
"Sen olmamışsın, diyorum!" diye çıkıştım bağımasına karşılık ama kafamı yastıktan kaldırmadım. Sesim de boğuluyormuşum gibi çıkmıştı ve Ayaz'ın söylediğimi anlaması biraz zor olurdu. Ama anlamıştı. "Kalk lan!" diye böğürdü- evet, böğürdü. Ne dediğini anlamam için bile dakikalara ihtiyacım vardı çünkü- ve ben hiçbir tepki vermeyince, kafama, rüzgar sesini bile duyduğum bir şaplak indirdi. "MAL!" diye bağırdım ve yatakta doğrulduğum gibi bağırmaya devam ettim. "Sabahları hiç çekilmiyorsun be! Sıkıntılı mısın? Psikolojik rahatsızlıkların mı var? Ne yapmaya çalışıyorsun? GERİ ZEKALI! Bir bayana el kalkmaması gerektiğini bile öğrenemedin mi? Bir de artist artist ortalıklarda kültür topu gibi dolanıyorsun! ANGUT! Sana hiçbir halt öğretememişler! Olmamışsın işte, yapamamışlar seni-"
"Yeter, Afra. Nefes al!"
"Görmedin mi ya, Pınar?" diye hayretle soludum. Kafama vuran oydu, nefes al diye uyarılan ben! Derin bir soluğu içime çektim. "Bugün de herkes benden tarafa cephe almış!" diyip tekrar yatağıma yatmaya çalıştım. Bir kaç pıst pıst sesinden sonra odam Ayaz'ın parfüm kokusunu kucakladı ve ben yüzümü buruşturum. Bu kadar ağır olmak zorunda mıydı? Ya da ben bu tür kokuları sevmiyordum ve bana ağır geliyordu. "Git banyonu kendi odanda yap!"
"Afra!" diye tekrar uyardı beni, Pınar. "Sabah sabah çekilmiyorsun cidden." Yattığım yerde sadece ayaklarımı kaldırıp indirmekle yetinmiştim. Uyanamayan insanlardan değildim ama bu şekilde uyandırılmak da kimsenin hoşuna gitmezdi. "Onu Mor Çatı'ya şikayet edeceğim! Yeter be!" diye yakındım. Pınar ve Ayaz'dan kahkaha yükseldiğinde yatağımda doğrulup bağdaş kurdum. "Saat kaç?"
"Sekiz!" diye atladı hemen, Ayaz. Ses tonu hala kahkahasından kırıntılar barındırıyordu. Ellerimle yüzümü sıvazladıktan sonra "Gündüz mü, gece mi?" diye mırıldandım. Üzerimdeki yorgunluk geçmemişti ve bitkin hissediyordum. Ellerimi belime koyup esnedim. Etrafta hala bir sessizlik vardı. Tuhaf bir sessizlik... Ense kökümdeki tüyler diken diken olmuştu. Kaşlarımı çattım. "Orada mısınız?"
Sessizlik daha da derinleşirken kafamı önüme eğdim ve ensemi kaşıdım. Şakaklarımı ovup durum değerlendirmesi yapmaya başladım. Çıktıklarını duymamam neredeyse imkansızdı ama bana bu kadar yakınlarken nefes alıp vermelerini duymam gerekiyordu. Duyduğum tek şey ise ensemi kaşırken çıkan sesti. Yüzümü buruşturdum. "Öldünüz mü?"
"Buradayız." diye mırıldandı, Pınar nefesini dışarıya üflerken. Nefesini tutmuştu. Pınar bunu sık sık yapardı zaten ama Ayaz... Yutkundum. Kötü bir şey söylememiştim. "Bir sorun mu var?" diye sordum bacaklarımı yatak boyunca uzatırken. "Hayır," diye karşıladı sorumu, Ayaz ama pek emin değildi sesi. "Ben Çağla ablanızı almaya gidiyorum. Siz de hazırlanın birazdan arkadaşlarınız gelir."
Kafamı salladım. Adım seslerini dinledim. Anahtarı vestiyerden alırken düşürüp küfür etmesini işittim ve kapının kolunu sıkıca kavrayamadığı için gürültüyle kapanan kapıya da okkalı bir küfür attığını duydum. Sinirlenmişti. Omuzlarımı silktim ve Pınar'a elimi uzattım. Elimi yavaşça kavradı ve beni camın kenarında olduğunu bildiğim tekli koltuğa oturttu. "Ne giymek istersin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyaha Çalan Renkler
Genç KurguKeşke hayat rengarenk olsaydı... Kör bir kız... Renklerden habersiz, insanlardan, yaşadığı şehirden... Ve kızı seven bir adam... Kızın kör olduğunu bile bilmiyordu üstelik. Onların hikayesi yok gibiydi ama renkler onları birleştirdi. Gerçeği öğrenme...