"Burası gerçekten iyi hissettiriyor. Güzel de kokuyor." dedim etrafı koklarken. Özgür'ün gülümsediğini tüm hücrelerim hissedebiliyordu. "Şu duyduğum at kişnemesi mi?"
Kolundaki elimin üzerine diğer elini koydu ve "Gidelim?" diye sordu. Dudaklarımı sarkıtıp "Ata binmeden mi?" diye sordum. Atları çok severdim. Bilirsiniz eğer bir atın yanında ağlarsanız o da ağlar ve kafasını size sürtüp sizi teselli etmeye çalışırdı. At kadar asil başka hayvan daha tanımazdım. Hayvanın kişnemesi bile asilim diye bağırıyordu.
Özgür, bir kahkaha attı. Ben de biraz kızardım ve kolunu sıktım. "Atların yanına demek istemiştim."
Kafa salladım ve o da beni yönlendirmeye başladı. "Söylesene," dedim. Konuşmak için konuşuyordum. "Seni sürekli gülerken buluyorum. Bunun sırrı ne?"
Omuzlarını silkti. "Gülmek insanın ömrünü uzatırmış. Bunu öğrenince gülmeye başladım işte."
Aynı anda güldük. Sonra o, muhabbeti devam ettirmek için "Sen de bebek gibisin?" dedi. Tek kaşımı kaldırmaya çalıştım ve ona döndüm. "Ne?"
Bir an telaşa kapıldı ama sonra ufak bir kıkırtıyı bulunduğumuz yere bahşetti. "Yani, nasıl hissediyorsan o mimiği takıyorsun suratına. Üzgünsen üzgün duruyorsun, neşeliyken neşeli, kızgınken kızgın falan. Anla işte!"
Kafamı onaylarcasına salladım. "Bu kötü bir şey değil." dedim kendimi savunurcasına. Sesim biraz sert çıkmıştı ama bunun Özgür'ü etkileyeceğini sanmıyordum. "Evet, değil." dedi gülümsemesinin arasından. Sonra sesi muzip bir hal aldı. "Ayakkabılarımızı çıkartalım!"
Yanaklarımı şişirip kolunu sıktım. Beni çekiştirmeye başladı. "Hadi be!" Kafamı iki yana salladım. "Neden böyle bir şey yapalım ki?"
"Güzel olacak. Güven bana!"
Ofladım. Yere oturmama yardımcı oldu ve ayakkabılarımızı çıkardık. Kalkmak için yerden destek alıp doğruldum ve Özgür'ün de işini bitirmesini bekledim. Ayağımın altındaki yumuşak kumda parmaklarımı bir kaç defa oynattım ve gülümsedim. Cidden yumuşaktı.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Sesi kum kadar yumuşak gelmişti ve gülümsemem daha da büyümüştü. "Çocukken gitiiğim parkların kumlarına basıyor gibi?" dedim soru sorarmışçasına. Bana yaklaştı, o yaklaştıkça elma kokusu da yoğunlaştı. Bu kadar zamandır dip dibeydik ve hala burnum, ısrarla bu kokuyu alıyordu. Hiç azalmamıştı bile.
Özgür, bir elimi tutup beni kendi etrafımda döndürdü. Ayaklarım kuma gömüldü. "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Kısa bir sessizlikten sonra onun gülme sesini duydum. "Seni, çocukluğuna döndürüyorum. Sonunda beni durdurduğunda boştaki elimi omzuna geçirdim. "Saçma espiriler yapma!"
Kahkahası kum tanelerinin arasına kadar işledi ve beni de gülümsetti. Tekrar yürümeye başladık. Kum sıcaktı ve ayak tabanlarımı yakıyordu ama bir şikayetim yoktu. Uzun zamandır kumda çıplak ayak yürümemiştim. İyi hissettirdiğini unutmuştum.
Hemen sonra ayaklarım soğuk bir şeye değince titredim ama yürümeye devam ettim. Parmaklarım ne olduklaını hissetek için kıpırdanırken, Özgür "Çimen!" diye bağırdı. Kendimi Pınar'ın anlattığı Avatar filmindeki Jake Sully gibi hissediyordum. Daha önce hiç çimeni hissetmemişim, yeni farkına varıyormuşum gibi.
Yürürken aynı zamanda ayak parmaklarımla bir kaç tel çimeni de koparmayı unutmuyordum. Yeşil bitkileri seviyordum. Yeşilin nasıl olduğunu bilmiyordum ama yeşil bitkileri seviyordum. Sonuçta aldığımız oksijenin kaynağı onlardı.
"Eee," dedim yürümekten sıkılmaya başlayınca "Nerede bu atlar?" Artık kişnemelerini de duyamıyordum üstelik. Yakınlaşacağımız yere, atlardan hepten uzaklaşmıştık bence.
![](https://img.wattpad.com/cover/17402572-288-k801873.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyaha Çalan Renkler
Novela JuvenilKeşke hayat rengarenk olsaydı... Kör bir kız... Renklerden habersiz, insanlardan, yaşadığı şehirden... Ve kızı seven bir adam... Kızın kör olduğunu bile bilmiyordu üstelik. Onların hikayesi yok gibiydi ama renkler onları birleştirdi. Gerçeği öğrenme...