Evrende her şey başka bir şeyin etrafında dönerdi. Gezegenler yıldızların, uydular gezegenlerin yörüngesinde ve tüm bunlar ise galaksilerin içinde uyumluca dönerlerdi. Louis neyin etrafında bir amaçla döndüğünü bilmiyordu ama henüz tam olarak tanımlayamadığı, kimsenin daha önce görmediği bir yıldızın çekimine kapıldığını söyleyebilirdi. Küçükken bir keresinde büyükannesinin çiftlik evlerine ziyarete gittiklerinde, büyükannesi, şehir ışıklarının kapanından uzak olan ve üzerine yüzbinlerce yaldızın işlendiği kadifemsi geceye bakmış ve Louis'ye hayatta hepimizin aslında birbirinin amacına hizmet ettiğini, herkesin her anının diğer herkesle ilişkili olarak geliştiğini söylemişti. Biz insanlar bunu fark edemeyecek kadar dar bir açıdan bakıyorduk. Biz sadece en parlak ama aslında yıllar önce ölmüş yıldızların güzelliğine kanarken, küçük ama henüz yaşayan yıldızları görmezden geliyorduk.
Louis'de öğle arası kantinde BLT sandviçini yerken, dalmış gözlerle tam olarak kimlerin hayatına hizmet ettiğini ya da edeceğini düşünüyordu. Ufak bir kelebek etkisi, dünyayı baştan sona dolaşır ve akıl almadık kaoslara yol açabilirdi. Son damlaya gelmiş bir insana ettiğiniz tek iğrenç kelime o gün onun sınırına ulaşmasını sağlar, intihar etmesine sebep olurdu. İntiharına dayanamayan ailesi perişan olurdu. Eğer büyük ve zengin kişilerse, kim bilir belki şirketleri batardı ve dolaylı yoldan çoğu insan işsiz kalır ardından işsiz kalan insanlar ailelerine bakamayacak duruma gelir, boşanmalar meydana gelirdi. Louis tüm bu döngüyü düşünürken, acaba hiç böyle bir etkiye neden olup olmadığını da düşündü.
Niall uykusu olduğu için okula gelmeyeceğini söylemişti. Louis bunu bahane ederek okula gelmek istemese annesi canına okurdu. Bazen onun kadar rahat ve umursamaz olmak istiyordu. Ama elinde değildi. Umursamak kanıyla birlikte bedeninde geziniyordu. Örneğin Bay Styles'ı umursamak istemiyordu. Hayatına bir şekilde devam etmek ve tıpkı birkaç gün önce onu nasıl bir türlü ısınamadığı öğretmeni olarak görüyorsa, hâlâ öyle görmek istiyordu. Ama imkansızdı. Sanki her yerde onun tarafından izleniyormuş gibi hissediyordu ve Louis kesinlikle bundan hoşlanmıyordu. Bay Styles'dan hoşlanmıyordu. Sadece iki aydan az bir süre içinde ise ondan kurtulacağı için mutluydu. Hatta tüm bu okul saçmalığından kurtulacaktı.
Yeni bir hayata başlayacaktı. Üniversite için kendine söz vermişti. Mutlu olmayı hak ediyordu ve onu üzecek tek bir insanı dahi görüş alanına sokmayacaktı. Eğlenecekti, arkadaşlar edinecek ve yeni bir dil öğrenecekti. İtalyanca olabilirdi bu. Ve tüm liseyi, lisenin içindekileri beyninin her bir köşesinden tek kırıntı kalmayana dek silecekti. Buna Bay Styles'da dahildi. Okula ilk geldiğinde genç biri olduğundan daha anlayışlı olacağını düşünmüştü ama aksine, Bay Styles katı kuralları olan, istediği anında önünde bitsin isteyen, matematiği herşeyden üstün gören, sanattan zerre anlamayan ve kesinlikle öyle değilmiş imajı vermeye çalışsada ilgi düşkünü egoist bir insandı.
Louis tüm bunları içinden adeta öfke ile bağırıyordu. Ve kendine itiraf etmekte zorlandığı şey ise asıl öfke duyduğu kişinin Bay Styles olmamasıydı. Kendine öfke duyuyordu ve bunu gizlemeye çalışıyordu en büyük sırdaşından, kendinden. Çünkü ne kadar çok istesede Bay Styles'dan nefret edemiyordu aslında. Kafasında milyonlarca iğrenç sebep sıralasa dahi nefret edemiyordu ve bu kendinden nefret etmesine sebep veriyordu en sonunda. Daha kötüsü ise nedeninin bilinmezlik içinde akmasıydı. Çünkü neden ondan nefret edemediğini bilmiyordu.
Aniden kendi kendine gülmüştü. Bunu arada sırada yapıyordu. Hatta yalnız olduğu her an yapıyordu. Dünyadaki en acımasız ama ona karşı olabilecek en dürüst kişi olan iç sesi ile konuşuyordu. İç sesi ona duymaktan korktuğu için bilincini uyumaya zorladığı herşeyi seslice söylüyordu. Uğruna ağlamaktan çekindiği ve göz ardı etmeye çalıştığı tüm kusurlarını seslice anlatıyordu. Ellerini gökyüzüne uzattığında ve parmak uçlarını yıldızlara dokundurmaya çalıştığında, gözüyle gördüğü o küçücük mesafenin aslında yalandan ibaret olduğunu haykırıyordu iç sesi ona. Parmak uçları her ne kadar yıldızların üzerindeymişcesine gözükse de aslında bir o kadar da uzak olduğunu söylüyordu ona. Ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyordu. Ay'ın bile onun dertlerini dinlemek için fazla meşgul olduğunu söylüyordu. Annesinin söylediği kadar değerli ve kelebek etkisi yaratacak kadar önemli bir kişilik olmadığını söylüyordu. Kimsenin onu hayal ettiği gibi sevmeyeceğini... İşte tüm bu ezberlediği şeyler artık onu güldürüyordu. En azından 'bildiğim ve emin olduğum birşeyler var' dedirtiyordu acizce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
oh my god, it's math teacher! → larrystylinson
Fanfictionlouis aşık olduğu çocuğa mesaj atmak isterken yanlışlıkla matematik öğretmenine mesaj atmıştı ve matematik öğretmeni olduğunu bile bilmiyordu. harry'ninse bu yanlış anlaşılmayı düzeltme gibi bir amacı yoktu.