Yoongi Hyung, bir yetenek yarışmasına katılacaktı.
Aylar öncesinden çalışmaya başlamıştı ve yalnızca beş gün kalmıştı.
Kahverengi piyanosu ile katılacaktı yarışmaya. Onu, annesi ona aldığı için çok sevdiğini söylerdi.
Onu piyano çalarken izlemeyi çok severdim.
Bembeyaz, damarları belli olan zarif elleri, kahverengi piyanonun beyaz tuşlarında âdeta dans ederdi.
Yaptığı işe odaklandığında kaşlarını çatardı. En çok kaşlarını çattığı zaman, piyano çaldığı zamanlardı.
Piyano olmak istemiştim, piyanoyu çok seviyordu çünkü bu zarif adam. Beni de sevmesini istemiştim, beni de piyano kadar sevmesini.
Kıskanıyordum, o kahverengi piyanoyu. Çocuktum belki, çok da değil ama.
Çok sevdiğin insanı derler, herkesten kıskanırsın. Çok kıskanıyordum, annesinden, piyanosundan ve cidden, cildine değen oksijenden bile kıskanıyordum.
Çok kırılgandı bu adam, bembeyaz teni ile porseleni andırıyordu. Korkuyordum, dokunmaya kıyamıyordum. Dokunsam kırılacaktı, üzsem paramparça olacaktı.
Çok korkuyordum onu paramparça etmekten.
İyi biri değildim ben, çok kırardım onu, çok kırılırdı o.
Vaz geçmedi ama benden, çok sevdi beni. Karşılık olarak da çok sevdim onu.
Piyano yarışmasına katıldığında jürilerden tam puan almıştı, sahnedeki herkes ayağa kalkmış, onu alkışlıyordu.
O insanlardan da kıskanmıştım.
Sahne arkasına geldiğinde alnından terler damlıyordu. Yanakları hafif hafif pembeleşmişti. Göğsü inip kalkıyordu. Gülümsüyordu, gülümsediği kişi bendim.
Kıskanmanın saçmalık olduğunu o an anlamıştım, bu güzel adam yalnızca beni seviyordu, bunu gören herkes anlayabilirdi.
Çok seviyordu, sevgisinin altında bir karıncaymışçasına eziliyordum.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.