Perdeler kapalıydı lâkin neredeyse saydam olan perdeden giren güneş ışıkları gözlerimi rahatsız ettiğinden uyanmıştım.
Muhtemelen Yoongi Hyung’da uyanmıştı fakat onun için uyumak önemli olduğundan uykuya dalmaya çalışıyordu.
Yerimde kıpırdandıktan sonra Yoongi Hyung’a dönmüştüm. Döndüğümde kafasını kaldırarak sımsıkı sarılmıştı bana.
Başı saçlarım arasındaydı, nefesler saç diplerimi gıdıklıyordu. Minik öpücüklerini de eklediğinde kıkırdamıştım.
Ellerinden biri belimdeydi, diğeri ise saçlarıma çıkmış, dağılmış saçlarımı okşayarak düzeltiyordu.
Bir süre sonra kalkmıştık, Yoongi Hyung beni götürmek istediği bir yer olduğunu söylemişti. Japonya’daydık ve anmadığım tanrım, Japonya müthiş bir yerdi!
Kahvaltı için küçük bir restorana gelmiştik. Bir masaya geçtikten sonra gelen garsonla Yoongi Hyung yeniden Japonca konuşmaya başladığında bütün ilgim bu ortamın dekorasyonundaydı.
Açık kahverengi rengine boyanmıştı. Sandalye ve masaları ahşaptan, Tablolar ise gerek Japonya, gerek Kore’ydi, Van Gogh’tan Starry Night tablosu vardı, bir de Mona Lisa tablosu.
Ağır bir dekorasyonu yoktu, gerçekten güzel döşenmiş bir restorandı. Ellerimde alışılmış yumuşaklığı hissettiğimde bütün odağım yeniden dönmüştü, sevgilime.
“Beğendin mi,” diye sormuştu. “Evet,” demiştim.
Kahvaltı tabakları geldiğinde Yoongi Hyung kendine kahve almıştı. Bana ise vişneli meyve suyu.
Yemeklerimizi yerken pek konuşmamıştık, bitirdikten sonra Yoongi Hyung kasaya gitmiş ve hesabı ödedikten sonra dışarı çıkmış, yürümeye yeniden başlamıştık.
Yürümek çok sıkıcı bir işlemdi lâkin yanınızda bir Min Yoongi var ise asla sıkılmıyordunuz. Uyuşuk biri gibi görünebilir, ki öyledir de, sevdiği birinin yanındayken beş yaşındaki çocuktan tamamıyla farksız oluyordu.
Bir ormandaydık şimdi, bir dağ evi vardı solumda, gittiğimiz yer ev değildi. Ormanın derinliklerine gidiyorduk.
En sonunda, yaşlı bir ağacın yanına yasladı sırtını. Ağacın büyükçe bir kovuğu vardı. Tam kovuğun yanında iki baş harfi vardı, aralarında ise kalp.
Ağacın çok değil fakat biraz uzağında bir bank vardı. Oturmak için oraya gidiyordum, peşimdeki ayak seslerini duyarak.
“Eskiden,” demişti yanıma yerleştiğinde. “birkaç yıllığına kalmak için buraya gelmiştik. Babamın işleri dolayısıyla ben çok küçükken gelmiştik.”
Nefes aldıktan sonra devam etmişti. “Yedi yaşımda falandım, o gün bu gündür bu bank buradan gitmedi. Üzerindeki anılarımda.”
Eli ile bir yeri işaret etmişti. “Eh, çocuktum,” demişti güldükten sonra. “Y” harfi vardı, yanında kalp ve daha sonrası boştu.
“Âşık falan değildim ama kendime bir söz vermiştim yedi yıl önce, tam burada.”
Parmakları kalbin yanındaki boşluktayken kafası bana dönmüştü. “Âşık olduğumda onu Japonya’ya, tam buraya getirecektim ve benim baş harfimin yanına onun baş harfini kazıyacaktım.
Düşününce, çocukça fakat bu tür klişelere hazır olmalısın. Japonya’dayız, bebeğim. Çocukluğumun bir kısmını burada geçirdim ben, bunları görmeye hazır mısın?”
Kıkırdamıştım fakat yanaklarım kıpkırmızıydı. Genellikle birbirimize iltifat ederdik fakat bu şekilde dillendirmesi beni utandırıyordu.
Yoongi Hyung sol cebine uzanıp bir bıçak çıkartmıştı. Ah, Hyung, o bıçağı kalbime saplamayacağını nereden bilebilirdim?
Kalbin yanını “J” harfi ile süslediğinde bir gülümseme olmuştu yüzünde, aynısından bende de vardı.
Bu adam, çok seviyordu, güzel seviyordu.
Final yaKIN HEHE
umarım beğenmişsinizdir♡
(Japonya müthiș bir yer!)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Letters × Yoonmin
FanfictionSeni özledim, Canımın Sızısı. Bütün hakları Jimin'in kalbinde saklıdır.