kabuslar kampı

413 20 27
                                    

Rin'den

Adamı yere sererken sırıttım. Bu kadardı işte. Benden büyük olması, onu 5 dakikada nakavt etmemi engelleyememişti.

Kalabalık alkışlarken ceketimi giyip eski püskü, paslı yapıdan çıktım. Genelde dövüşler bu tarz yerlerde yapılırdı. Küçük olduğum için bana pek iş vermezler tek maçta bitirip eve yollarlardı. Ben de gider, erkek kardeşimin ders çalışmasını izlerdim. Her gece, ders çalışırdı ama bu gece daha farklı bir hava vardı. Sıcaktı ve o bunalmıştı.

"Pişt pişt dışarı çıksak mı?"
Eve gelir gelmez kardeşimden bunu duymak beni gülümsetti. Genelde bu cümleyi kurup çocukça ısrar eden ben, gitmek istemeyen o olurdu. Yorgun olsam da onu kırmadım ve dışarı çıktık. Hava gerçekten güzeldi. Erkek kardeşim, her zamanki ağır başlı yüz ifadesine güzel bir gülümseme kondurmuş yürüyordu. Yanında yürümeye başladım. Bir yandan da onu izliyordum. Sonra önüme döndüm. Bu sefer onun beni izlediğini fark etmiştim.

Ve acı fren sesi kulaklarımı doldurduğunda kabusta olduğumu anladım. O... Rüyamda bile tekrar kaybediyordum onu...

Haykırıp araba yüzünden metrelerce savrulan kardeşimin peşinden koştum. Saniyeler içinde olmuştu. Saniyeler içerisinde oluyordu her seferinde. Durduramamıştım yine...

Yine abimin yanına koşarken ellerimin terlediğini hissettim. Yanağımdaki sıcak sıvı da hiç yardımcı olmuyordu tabii. Kardeşimin yanına gittiğimde yüzünün tamamen parçalandığını ve içe göçtüğünü gördüm. Soğuk, cansız bedeni boylu boyunca yerde yatarken yutkundum ve yanına çöktüm.

"Y-yukio..."

Kardeşimdi o benim... Hep koruyup kolladığım. Hep beni koruyup kollayan... Yine kaybetmiştim. Rüyamda bile kaybediyordum...

"YUKİO!"

Omzunu sarstım hızla. Bu sahne çok tanıdıktı. Hep tanıdıktı. Birden diğer kabuslarımdan farklı bir şey oldu. Yukio ayağa kalktı ve parçalanmış yüzüyle bana gelmeye başladı. Her tarafından kanlar süzülüyordu. İstemsizce geri gittim.

"senin yüzünden"

Yarım yamalak hala olan ağzından dökülen kelimeler kalbimi sıkıştırdı.

"Senin yüzünden öldüm... Hani koruyacaktın beni?"

Kalbim göğsümde sıkışıyordu. Kabus olduğunu bilsem de uyanamıyordum.

Bu.... Gerçek miydi?

Boğazımdan bir hıçkırık koparken yer beni yuttu ve görüntü değişti. Nehir bana bağırıyordu. Onun tanışamadığı abisini öldürmekle suçluyordu. Yutkundum. Haklılardı. Benim suçumdu.

Nehir bıçağını sapladı bana. Sonra kendine sapladı. Bir son nefeslerimizi verirken uçurumdan atlayan, siyah elbiseli bir kız silüeti belirdi gözümün önünde. Doğa...

Kan ter içinde uyandım. Önce Nehir'e, sonra yan tarafta uyuyan Percy'ye baktım. Tekrar uzanırken tek düşünebildiğim gördüğüm kabustu.

Percy'den

Sahilde, biri sarışın diğeri siyah saçlı iki çocukla oynayan Annabeth'e baktım. Çok güzeldi... O hep güzeldi.

Neredeydik, ne zaman bu yüzükler parmağımıza takılmıştı ve ne zaman 2 tane çocuğumuz olmuştu bilmiyordum. Rüyaysa da, uyanmak istemiyordum.

"Baba bak, ne buldum!"

Sarışın, kıvırcık saçlı oğlumuz bir çukura kolunu soktu.

Hades Kızı (Kampın Kara Meleği)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin