2.BÖLÜM
Multimediyada Esila ve elbisesi var :)
Gözlerimi alarmın lanet sesiyle açtım. Cidden ne lanet bir sesti bu böyle. Telefonu zar zor elime alıp kapattım. Okula gitmek istemiyordum. Zaten yeterince kafam doluydu bir de dersleri alabileceğini sanmıyordum. Trabzon'a gidip kafa dinlemeliydim belki de, memleketimde. Annemide alırdım. Üniversiteyi okuduğu ve evlendiği şehre gelir kafasını dinler, anılarını hatırlardı. Belki de hatırlamak istemediği anılarını.. Neler yaşandığını bilmiyordum annemin, ne acılar çektiğini, ne yaralar aldığını. Belki de şu Trabzon'a gitme fikrini bir süreliğine ertelemeliydim. Senelerdir annenin yaptığı gibi. Sahiden annem neden 16 senedir gitmiyordu oraya? Oranın bahsi açılınca neden geriliyordu? Veya beni göndermemek için bu tonlarca çaba sarf ediyor ama sonunda buruk bir şekilde gönderiyordu? Annemle bunları hiç konuşmamıştım. Konuşmalıydım belki de. Bunları sorgulamalıydım. Ayaklarımı yataktan sarkıttım ve güzelce gerindim. Pembe sabahlığımı başucumdan alıp üstüme geçirdim ve pantuflarımı giydim. Dağılan topuzuma hiç önem vermeden dışarı çıktım. Evde in cin top oynuyordu. Tek bir ses bile yoktu. "Anne?" diye seslendim ama cevap gelmedi. Ekmek almaya çıkmıştır diye düşündüm ve mutfağa kahvaltıyı hazırlamaya yöneldim. Kapıyı açtığımda donup kaldım. Annem yerde dizlerinin üstünde oturmuş masaya bakıp gülümsüyordu. Berbat gözüküyordu. İpek gibi saçlarını bağladığı toka gevşemiş, saçlarının çoğu serbest kalmış, yüzüne de bir tutam saç yapışmıştı. Masmavi gözleri ise şişmiş ve kızarmış ve gözlerinin altı çökmüştü. Ağlamaktan çok sinir krizi geçirmiş bir hali vardı. "Aman Allah'ım ne oldu anne sana böyle" diyerek kendimi yere attım ve annemin boynuna hızla sarıldım. Terliyordu ve hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Kalbide gümbür gümbür atıyordu. İyi değildi. Geri çekilip "İyi gözükmüyorsun anne" dedim. Cevap vermedi sadece gülümsüyordu. Kolundan tutup "Anne bana cevap ver!" diye bağırdım o ise tepki vermiyordu. Kollarından tutup iyice bir sarstım. Tepki vermiyordu. Masanın üstünde duran sürahiyi gördüm ve annemin kafasından aşağıya boşalttım. Şokun etkisiyle suratındaki gülümseme gitti ve masmavi gözleri kocaman açıldı. Sürahiyi kenara atıp "Annee" diye bağırdım. Kafasını bana çevirdi ve "Kızım" diyerek ağlamaya başladı. Kafasını alıp göğsüme yasladım, ıslak saçlarını okşadım yavaşça. Hıçkırıklara boğuldu. Ben ne zaman düşsem gelip yere oturur başımı göğsüne yaslar o da aynı benim şu an yaptığım gibi saçımı yavaş bir şekilde okşardı ve teselli ederdi. Yaramın üstünü okşar sihirli parmaklarıyla şifa verirdi resmen. Şimdi ise tam tersiydi. O benim kucağımda ağlıyor, ben onun saçlarını okşuyor ve teselli ediyordum. Yarasına gelince ona bir çare bulamazdım. O yara onun içinde olan bir lanetti çünkü.. "Anne hadi ama bak bugün senin için okula gitmedim kalk duş al, bende bu arada kahvaltı hazırlayayım. Sonrada biraz hava almaya çıkarız hadi" dedim yüzünü ellerimin arasına alarak. Kalktı ve banyoya gitti. Ben ise hala olduğum yerde oturmuş geçirdiğim şoku atlatmaya çalışıyordum. Şoktan ziyade acıyı. Ne bileyim annenizin sizin kucağınızda çocuklar gibi ağlaması çok acı bir şey. Senelerce siz ağladığınızda sizi teselli eden ve dünyanın en güçlü annesiymiş gibi gözüken kadının, bir gün kızına sarılıp deli gibi ağlaması.. Yaşamadan bilemezsiniz bu acıyı. Bilmeyin de zaten berbat bir şey. Masaya tutunup güçlükle ayağa kalktım. Ayaklarım titriyordu. Annemin o hali gözümün önünden gitmiyordu. Güçlükle tezgâha doğru gidip bir bardak su aldım kendime. Ellerim zangır zangır titriyordu. Zar zor sandalyeye geçip oturdum. Güçlü olmak zorundayım. Annem için en azından. Ona kahvaltı hazırlamalıydım. Dolaptan tüm kahvaltılıkları çıkardım. Portakal suyunuda bardaklara doldurup yerleştirdim. Çay demlemeye vakit yoktu. Ekmekleri dilimleyerek sofraya yerleştidim. Su sesinin kesilmediğini fark edince yumurtaları hızlıca dolaptan çıkardım ve omlet yaptım. Omletide tabaklara servis ettim. Annem kapıdan içeriye girdi. "Birazcık daha iyi misin?" dedim, kafasını iyiyim anlamında salladı. Ölüm sessizliğinde bir kahvaltı yaptık. "Hadi kalk üzerine bir şeyler geçir hava alalım biraz" dedi soluk bir gülümsemeyle. Odama geçtim ve çiçekli mavi elbisemi üzerime geçirdim. Beyaz uzun hırkamıda üzerime aldım ve uzun zincirli kolyemi taktım. Buklelerimi biraz düzelttim ve çilekli parlatıcımı dudağıma sürdüm. Küçük çapraz askılı çantamıda boynumdan geçirdim. Odadan dışarı çıktım o arada annemde kendi odasından çıktı bana baktı ve " Çok güze olmuşsun meleğim" dedi. "Saçmalama anne ne bulduysam üstüme geçirdim. Hadi çıkalım" dedim ve çıktık. "Arabayla mı gideceğiz?" dedim. "Evet tepeye çıkarız diye düşündüm" dedi. "Harika hadi gidelim" dedim ve arabaya bindim.
"Anne arabayı biraz dikkatli kullan çok dalgınsın" dedim. Az önce önümüzdeki arabanın tamponuna girmekten son anda kurtulmuştuk. "İstersen arabayı kenara park et başka zaman gidelim?" dedim. "Hayır bir tanem tepeye çıkıcaz işte bir şey yok" dedi. Birazcık daha hızlandı öndeki araba aniden fren yaptı ve bu sefer cidden tampona girmekten kurtulamadık. Allahtan kemerler takılıydı yoksa kafalar gitmişti. "Anne" diye bağırdım. El firenini çekti ve "Kızım iyi misin" diye bağırdı. "Be-ben iyiyim" dedim. Annem hemen kemerini çözüp dışarı çıktı. Öndeki aracın şoförde aşayığa inmişti. Bir dakika ben tanıyorum. Bu yüz, bu şaşkınlık, bakışlar..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Su
Novela JuvenilSoğuk rüzgâr yanaklarımda adeta bıçak etkisi yaratıyordu ve o etkiyi iki saniye sonra kalbimde hissedeceğimi bilmiyordum. “O senin kardeşin, üvey kardeşin.” Sanki içimde dokuz katlı bir bina yıkılmıştı ve ben yıkılan binanın enkazında yok olmuştum...