İnsan en çok kimden korkarsa, eceli o olur derler. Senin canını alan kim Smyrna? İnsanların birbirlerini ırklarına, kanlarına göre ayırdığı bu devirde seni sen yapan, damarlarında dolaşan kan kimin ellerine bulaşacak? Bu karanlık, puslu yolda kimin vicdansızlığına kurban gideceksin? Peki ya ölmekle ölecek misin? Bedeninle beraber sen de mi gireceksin insanların uğruna savaşlar çıkardığı, toprağın altına? Ruhun hala yeryüzünde dolaşmaya devam etmeyecek mi? İçinden kendi kendine sorduğu sorulara "Etmesin." diye cevap verdi. "Günden güne insanların ve insanlığın katledildiği bu dünyadan kurtulayım."
O zaman içindeki ses, kendi sesi olmasına rağmen bir o kadar da kendisine yabancı gelen ses "O zaman neden titriyor ellerin? Neden korka korka, ağır adımlarla ilerliyorsun bu yolda?" diye sordu.
Neredeyse bir adım ötesini göremediği, dışarıya açılan hiçbir deliğin olmadığı taştan duvarlar ve zemine sahip yolda üzerinde hiçbir ihtişam bulunmayan, eski bir kumaştan yapılmış beyaz, askılı bir elbiseyle yürüyordu. Uzun zaman sonra saçlarını örmemiş ya da toplamamıştı. Karanlıkta güneş gibi parlayan saçları beline kadar uzanmıştı.
İçinde, onu rahatsız eden sesin sessizliğe bürünmesinin kendisini daha fazla rahatsız ettiğini fark etti. Adımlarının onu nereye götüreceğini bilmeden ilerlemek ne zordu! Sonunda geçtiği yoldan çok daha karanlık, hiçbir şeyin görünmediği kendisini boşlukta hissettiren odaya vardı. İçi ürperse de hayatta belki de en usta olduğu şeyi yaparak duygularını gizledi. Biraz ilerisinde arkası dönük, kırmızının en ihtişamlı tonunda bir kaftan giymiş biri vardı. Kim olduğunu anlayamadı ve bu nedenle bir süre seslenemedi. Sadece adama doğru ilerlemeye devam etti adımları, kendisinden izinsiz. Ta ki adam arkasını dönene kadar. İşte o an en büyük korkusuyla yüzleşti Smyrna. Artık sadece elleri değil, kirpiğinden ayak parmaklarına kadar titriyordu. Bu sefer de adımları kendisinden izinsiz bir şekilde geriye doğru gitmeye başlamıştı. Ve dudaklarından sadece tek bir kelime dökülebildi. "Baba..."
On beş yıl önce nasılsa hala aynıydı sert, duygudan bihaber bakışları. Hala kaşları çatıktı ve yüzünde tekinsiz bir ifade vardı. Ve hala kendisine nefretle bakıyordu. O an sanki etraftaki duvarlar parça parça kayboldu ve ateşin içinde kaldı. Babası, Kral Endre kendisine doğru kendisinden emin olmanın verdiği sert adımlarla geliyordu.
"Sen hala ölmedin mi Smyrna?"
Ona can veren, ona kanını veren adamdan bu soruyu duymak, bir evlat için yıkıcı olmalı. Smyrna bu kısmı aşalı çok olmuştu. Yıllar sonra ilk defa karşılaştığı o adam karşısında titremeyi kesti, korkularını sonradan ortaya çıkmak üzere şimdilik bir kuyuya hapsetti ve dimdik durdu.
"Hayır. Bak buradayım. Tam karşında. Uğruna her şeyi yakıp yıktığın tahtını elinden almaya geliyorum baba!"
Odanın içinde alaycı bir kahkaha sesi duyuldu ve yankı yaptı. Babası şu an tam karşısındaydı. Unutmuş olduğu bir detay takıldı genç kadının gözüne. Herkes tarafından övülen mavi gözlerini bu hayatta en nefret ettiği adamdan almıştı.
"Sen küçük, aptal bir kız çocuğundan başka hiçbir şey değilsin! Hala bıraktığım yerdesin. Boş ümitlerle zavallıca bir yola çıktın. Kaybedeceksin. Bunu bile bile geliyorsun. Hırsın gözünü kör etmiş Smyrna."
"Bana bunu sen mi söylüyorsun?!"
Titremeyi bırakan elleri bu sefer sinirden aynı hareketi yapmaya başlamıştı. Babası ise kendisine biraz daha yaklaşıp "Bu yola çıktıysan artık günahsız kalamazsın. Mutlaka eline kan bulaşacak. Ki zaten bulaşmadı mı?" dedikten sonra arkasına geçmişti ve az önce orada olmayan bir aynaya bakıyorlardı şimdi. Neden dili tutulmuş gibiydi? Neden tek bir laf çıkamıyordu ağzından? Oysaki kusması gerekmiyor muydu nefretini?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ VE ATEŞİN DANSI
Historical Fiction"İktidar uğruna öz babasının ölüm emrini verdiği küçük bir kız çocuğuyum ben These. Doğuştan gelen bir sevgiyi bile hak etmediğim halde sana senin sevgin için yalvarmıyorum merak etme. Sana kendi sevgim için yalvarıyorum These, taht için çıktığım b...