Şimdi içli bir yağmur olmalıyız seninle
Alnında buz ve ateş, bozkır bizi bekliyor
Binlerce efsaneye yetecek kadar beyaz
Bir rüyayı çoğaltıp besliyorsun teninleBen senin her nakışa attığın taze ilmek
Ben senin her hecende bir harf kadar seninim
Umutları sessizce lekeleyen mutluluk
Bilemez bu nasıl aşk, bu ne sonsuz sevilmekNurullah Genç / Mahrem ve Münzevi
Bazıları dünyanın sonunun ateş olduğunu söylüyor,
Bazıları da buz.
Tutkuyu tattığımda
Ateşi tercih ediyorum ben.
Ama iki kere yok olacaksa dünya,
Biliyorum nefreti yeterince
Buzla da yok olsun
Diyebilecek kadar.Stephenie Meyer / Tutulma
Attığı her adımda kara gömülen ayağının sesi kulaklarına gelirken, her an hedef almaya hazır bir şekilde oku yaya yerleştirmiş, yürümeye devam ediyordu. Bir artıp bir azalan kar fırtınasına alışan gözleri etrafa keskin bakışlar atıyordu. Sonunda kendi ayağının karı ezme sesinden daha farklı bir ses duydu. Bir çıtırtı... Olduğu yerde kaldı ve dönüp bakmadan sesin geldiği yeri anlamaya çalıştı.
"Demek artık karşıma çıkmaya karar verdin Smyrna."
Zaman kaybetmenin anlamsız olduğunu düşünerek, kadına bir fırsat yaratmış ve sadece birkaç kişiyle ava çıkmıştı. Hiç karşılaşmadan, hiç mektuplaşmadan 'Gel ve buluşalım. Karşıma çık.' diye kadını davet etmişti aslında. Şimdi ise yanındakilerden ayrılmış, tek başına ormanın derinliklerine doğru ilerliyordu. İçinden bir ses de Smyrna'nin peşinde olduğunu fısıldayıp duruyordu. Bu fısıltı kulağından beynine her ulaştığında, beyni tepki olarak korku değil de bir sabırsızlık verdikçe şaşkınlığını gizleyemiyordu. Kadının onu öldürmeyeceğini, özellikle de krallık bu vaziyetteyken ondan yararlanmak için sağ bırakacağını biliyordu. Yine de onunla karşılaşmak, ateş ve buzun bir olması kadar zordu.
Sesin güneydoğu tarafından geldiğini anlayınca ses çıkarmamaya, ayaklarını hareket ettirmemeye çalışarak arkasına dönünce bir ağacın arkasından çıkan geyiği görünce kalbinde filizlenmeye başlayan hayal kırıklığını es geçerek, hedef aldı. Madem Smyrna ikisi için farklı bir karşılaşma tertip edecekti, ona uyum sağlamaktan başka çaresi yoktu. Hedef aldıktan sonra avının, kendisine bakmasını bekledi. Smyrna'yi öldürmeye çalıştığı günden beri hayvan veya insan, her avında gözlerinin içine bakmak huyu olmuştu. Herkese duyulan bir borç gibiydi... Aniden yayından fırlayan ok, geyiğe daha ulaşmadan hayvana doğru koşmaya başladı. Smyrna'den öğrendiği bir şey de, bu özgüvendi. O kadar emindi ki avını vurduğuna, sonucu beklemedi. Nitekim yanılmadı da. Tüylerinde kendini belli eden kızıl günah, These'nin bir can aldığının daha habercisiydi. Klasik bir av sahnesine aykırı olan tek şey, geyiğin ayağına bağlanmış kağıttı. O buradaydı... Belki de hala burada... Ani bir dürtüyle etrafta göz gezdirse de, sadece karın biraz daha hızlandığını fark etti. Anlaşılan av için doğru bir zamanı seçmeyen avcı, av oluvermişti. Kim bilir, belki de en başından beri avın bizzat kendisiydi. Zaman ne zaman bir şey için doğru olabilmişti ki?
İpi çözdü ve kağıdı eline aldı. Deri eldivenin altında kalmış parmaklar arasında kalan kağıt hafif ıslaktı. Yazının okunmayacak halde olmasından korkup daha fazla oyalanmadan kağıdı açtı ve buz gibi bir sırıtışla okudu.
Vakit geldi ama şimdi değil.
Bu saçma, fakat bir o kadar da mantıklı cümleyi kurabilecek tek insan, Smyrna kendisine her an tetikte olmasını söylüyor yine de en beklemediği anda karşısına çıkacağını haber veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ VE ATEŞİN DANSI
Historical Fiction"İktidar uğruna öz babasının ölüm emrini verdiği küçük bir kız çocuğuyum ben These. Doğuştan gelen bir sevgiyi bile hak etmediğim halde sana senin sevgin için yalvarmıyorum merak etme. Sana kendi sevgim için yalvarıyorum These, taht için çıktığım b...