13.Bölüm:Ateşten Buz ||FİNAL||

620 56 82
                                    

Final hatrına oy ve özellikle yorumlarınızı esirgememenizi rica etsem😊


İmkânsızlıkları yaşamak mıdır sevmek,
Yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?
Zor mudur gözlerine bakarken sevgiyi görmek,
Yoksa sevgi midir gözlerindeki tek gerçek?
Kolay mıdır bir anda vazgeçip gitmek,
Yoksa gitmekten vazgeçip, sevmek mi gerek?

Özdemir Asaf




-Biliyor musun Olric, benim bir çok dostum var.

-Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri var..

Oğuz Atay / Tutunamayanlar




Babamın değer verdiği komutanlarından biri -Hangisi olduğunu hatırlamıyorum, zaten pek de sevmezdim. Bana soğuk soğuk bakardı.- vefat ettiğinde son yolculuğuna uğurlamak için öldürüldüğü yerde toplanmıştık. Oysa ki ne saçmaydı şu 'son yolculuk' lafı! Ölümden sonraki hayata inanmayan biri için bile! Göz görmedikten, beyin onu anılar kitaplığının bir rafına kaldırmadan yolculuk olur muymuş? Onun yeni hayatının ilk yolculuğuydu aslında bu. Düşündüm bir süre. Tabi bir yanıt bulamayınca da eskisi bir köşeye atılmış, yerine yeni bir merak gelmişti.

Annem bana ısrarla siyah giydirince suratım asılmış lakin sonrasında herkesin siyahlar içinde dolandığını görünce kaşlarım çatılmıştı. Kalabalığın arasından sıyrılmaya çalıştım. Hem çocuk olduğum için işim kolay hem de koca bedenler arasında kaldığım için zordu. Önlerde duran ağabeyime yanaşınca ona dokunmama gerek kalmadan beni fark etmişti. Hiçbir şey söylemeden önüne bakmaya devam etti. Tereddüt etsem de sonunda sormaya karar verdim.

"Neden hepimiz siyah giydik Ares?"

Umursamaz bir tavırla "Her rengin bir kimliği vardır These." deyince aklım iyice karışmıştı.

"Nasıl yani?"

Sıkıldığını gözüme sokmak adına derin bir nefes verdi. "Mesela bir kadına aşkını itiraf ederken gül alırsın. O güller hep kırmızıdır. Çünkü kırmızı aşkın rengidir. Siyah da yası, hüznü temsil eder. Ölümün rengidir yani."

"Kırmızı aşk, siyah ölüm mü yani? O zaman buralar neden hep kırmızı Ares?"

Verecek bir cevap bulamamanın verdiği afallamayla suratıma baktı. Beni tersler, başından atar sanıyordum ama öyle yapmadı. Bana hak verdiğinin bir işaretiydi bu. İşte o zaman anladım, benim rengim kırmızıydı...

*****

"Burada benimle zaman kaybediyorsun. Bence geri dönmeli ve kuzeyden kurtarabildiğini almalısın. Tabi döndüğünde geriye ne kalır, orası meçhul."

Az önce kalktığını düşündüğü perde tekrar denizleri örtmüştü. These, Smyrna'yi sadece kadının müsaade ettiği kadar görebiliyordu. Ve kadın yine inine çekilmiş, pusuya yatmıştı. Köşeye sıkışmak yanında bir iç güdüyle beraber gelirdi. Saldırma iç güdüsü.

"Sen tam babanın kızı olmuşsun Smyrna!"

O an, Smyrna'nin kendini gizlemeyi unuttuğu ve bir o kadar da kendine geldiği andı sanki. Pişmanlık kırıntısı gördüğünü sandı ama kulakları gözlerini yanılttı.

"Savaşın içinden ölümü sırtlanmadan çıkamayız."

Bir insan diğerleri tarafından görünmez olduğunu düşündüğünde, başka bir insan yarasını fark ediyorsa anlardı ki; o da yaralıydı. Her şeyi başkalarının çizdiği lakin toplum tarafından benimsenmiş, belirli sınırlar içerisinde yaşamaya alışan insanoğlu aykırı birini gördüğü vakit dışlardı. Doğru olup olmadığını bilmeden belirli sıfatlarla süslerlerdi adını. Ahlaksız, cani, terbiyesiz, servet düşkünü, bencil, kibirli, ezik ve niceleri... These ise olağan dışı olan bu hareket karşısında korksa da önce savunmak için saldırmış sonrasında da dışlamak yerine benimsemeyi, hayran olmayı akıl edebilmişti kalbi. Yaralı olan birine acımak yerine anlayışla baktığı anda bir sevgi kıvılcımı ortaya çıkardı. These nereden bilecekti ki o kıvılcım yangın olacaktı. Yangınla yaşamayı öğrendiği anda gördü ki bu yangın boşunaydı. Sevgi, şu hayatta fazla lükstü insanlık için.

BUZ VE ATEŞİN DANSI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin