Etraf ölüm sessizliğine bürünmüştü. Oysa sahiden sessiz miydi ölüm? Son anın geldiğini anladığında hayatındaki tüm pişmanlıklar, tüm keşkeler sarmaz mı yüreği? Arkada kalanın haykırışları sessizlik midir? Bir haykırış sessiz olabilir mi? Olabilir. Ölümlerin en kötüsü, duyguların ölümü... Sessiz haykırışlar susmaz. Smyrna'nin güveni öldü, mutlu olmak için en çok ihtiyacı olan şey. Sevgisi? Babasının gözlerinde kendi ölümünü gördüğü vakit o da öldü. Ölümden sonraki hayata, dirilişe inanırdı. O sevginin dirildiğini sandı içinde. Güvenmeden de sevebileceğini sandı ama bu dirilişin sebebi gerçekleri yüzüne çarptı. Ve yine ölüm sessizliğine büründü yaralı ruhu... O yaraların dermanı daha fazla kanatıyordu ve kendisinde asla iyileşmeyecek yeni, derin bir yara bırakacağını da biliyordu. Bile bile yine ölüme koşuyordu. Şimdiye kadar hep zekasıyla övünen kadın kendi sonunu aptallığıyla yazıyordu.
Olabilecek en özenli haliyle; lacivert ama bu sefer vücudunu sarmayan kumaştan bir elbiseyle ve vazgeçilmez örgüsüyle dikkatleri üzerine topluyordu. Dashalarını aralarında gören halk bir bayram sevinci yaşıyordu. Her zaman samimi bakışlarla insanları süzen kadının bu sefer fazlasıyla dalgın olduğunu fark eden olmamıştı. Parmağındaki yüzüğün kehribarına gitti eli ve aklına bir çift kehribar geldi. Meydana girince kehribarların sahibini fark etmesiyle bayram etti gözü gönlü. Lakin yüzü yine ifadesizdi. Bir mimik dahi kıpırdamamıştı. These ise her zamanki gibi küçümser tavırlarla sırıtmıştı. Yine bir şeyler karıştırdığı belliydi. İşte böyleydi Smyrna. Sevmesine severdi, inkar etmezdi asla ama yeri geldiğinde de düşmanlık etmesini bilirdi. En azından o zamanlar.
Meydanın bir köşesindeki duvarın dibinden, zeminden yüksekte bir çıkıntı vardı iki tarafı kolonlarla çevrili. Önü ise boşluktu, sadece birkaç basamak vardı. Orada bulunan, taht gibimsi ihtişamlı koltuğuna oturdu ve ekşimsi tadı dilinde yayılan içkisinden bir yudum aldı. Hala dalgındı. Kitap okuyarak can bulan genç kadın, aşk romanlarını pek tercih etmese de okumuştu birkaç tane. Ya imkansızdı, düşman ailenin çocuklarıydı sevdaya düşenler, ya aralarında sınıf farkı vardı ya da kendisini sevmeyene sevdalanırdı biri. En kötüsünün karşılıksız aşk olduğuna inanırdı. Lakin artık anlıyordu ki- Anlamaktan ziyade hissediyordu ki en kötüsü güvenemediğini sevmekti. Herkes kendisini hayranlıkla süzerken o kendisini aciz hissediyordu. Dünyanın en aptal insanı oydu sanki. 'Ne oldu da bu kadar çabuk düştün bu zalim adamın tuzağına?' diye sordu kendisine. 'Hem de tuzak olduğunu bile bile.'
'Çünkü onda kendini gördün.' diye karşılık verdi içindeki hala çocuk kalan Smyrna. 'Bu dünya üzerinde herkes sadece anladığını söyleyip anlamadan geçerken, seni gerçekten anlayacak birini buldun.'
'Peki bu kadar çabuk aldanacak ne vardı?' diye suçladı mantıklı yanı. Haklıydı. Biliyordu.
'Aslında herkesin yüreğine erkenden düşer sevgi kıvılcımı sadece insanlar geç fark eder. Oysa ki zaman o kadar kıymetlidir ki... İşte bu yüzden acelecisin Smyrna! Ne olduğunu bile bile inkar etmeyecek kadar cesur ama bir o kadar da bu duygularla savaşıp onu alt edeceğini sanacak kadar aptal!'
Yıllardır yalnızlıktan ve etrafını çevrelemiş leş kargalarından dolayı kendi kendine istişare ede ede bu hale gelmişti. Kendi kendisinin akıl hocası olmuştu lakin şimdi bir kalp hocasına ihtiyacı vardı. Gözlerini sımsıkı yumdu. Düşündükçe yüz ifadesinin sertleştiğini gerilen yüz hatlarından anlıyordu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini açtığında sadece eğlenen insanlara odaklandı. Onlar da kendisi için sevginin farklı bir türüydü. Buraya ilk geldiğinde çoğunun dilini bile bilmezken paylaşmıştı acılarını ve artık buraya aitmiş gibi hissediyordu kendisini. Sanki hiç yabancı değilmiş gibi. Onlardan biri oluvermişti zamanla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ VE ATEŞİN DANSI
Historical Fiction"İktidar uğruna öz babasının ölüm emrini verdiği küçük bir kız çocuğuyum ben These. Doğuştan gelen bir sevgiyi bile hak etmediğim halde sana senin sevgin için yalvarmıyorum merak etme. Sana kendi sevgim için yalvarıyorum These, taht için çıktığım b...