Yağmur, sabahları gökyüzü bulutlardan vazgeçtiği için, bulutların içinde tuttuğu yaşlardı benim için.Güneşin bu kadar sıcak olması da, gökyüzünün akşamları güneşten vazgeçtiği için kızgın olmasından dolayıydı.
Öte yandan güneş gibi parladığında seviniyorsun ama bir zaman sonra güneş gibi batacağını hesaba katamıyorsun.Ya da batacağını bildiğinden güneş gibi parlayamıyorsun.Ama her zaman güneş gibi yanıyorsun.
Benim kendi içimde her gün tanımlayamadığım mevsimler yaşanırken, dünyanın hangi mevsim kıyafetini giyinip maskesini taktığı umrumda değildi.
Etrafımızın yüzsüz insanlarla çevrili olması bu yüzdendi belki de.İçinde bulunduğumuz dünya bir yanını güneşe gülümsetirken,bir yanını karanlığa gömüyordu.
Sadece camla çevrili odamda neden yaşadığımızı sorgularken yağmurun cama vurma sesi rahatsız edip 'günaydın' diyerek uyanmamı sağlamıştı.Gözlerim bir süre tavanda asılı kalmış,bilincimi yerine getirmeye çalışıyordum.Kapının aniden alacaklı gibi çalınmasıyla yerimden sıçradım.
Kapının arkasından minik kardeşim Hana'nın sesini duyunca sakinleşmem saniyelerimi almadı.
Yüzüme yerleşen kocaman gülümseme ile kapının kilidini açmak için yataktan çıktım.Geceleri kapıyı kilitlemek bende uzun zamandır var olan bi' alışkanlıktı.
Kilidi açar açmaz üstüme atlayan Hana'ya sıkıca sarıldım ve hıçkırıkla karışık bağırışıyla kulaklarımın tırmalandığını hissettim.
"Oppa! Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok özledim!"
Küçücük kollarıyla beni boğacak kadar sıkı sarılıyordu.Kucağımdan indirdim ve gözyaşlarını sildim."Prenses...Sence de abartmıyor musun?"
"Yaşım kadar gündür görüşemiyoruz oppa!" Eliyle fazladan iki parmak kaldırdığını gördüğümde gülerek iki parmağını içe kıvırdım.Minik elleriyle düzelttiğim 6 parmağına baktı.
"6 yaşındasın prenses."
"Yani?"Baba saymadığım babamın saçma kuralları yüzünden kardeşimi göremiyordum.Koyduğu kuralları hiçbir zaman uymayan Hana'yı sürekli cezalandırmak için annem saymadığım annemin yanına yolluyordu.O kadının kardeşimi taktığı söylenir miydi? Kesinlikle hayır.
Bu kardeşim için en büyük cezaydı.Her gün o evde inleme sesleri yüzünden beni arıyordu.Ben her gece uyuması için masal okurken o kadın orada inlemeleriyle kardeşimi uyutmuyordu.
Küçük yaşta böyle şeyler hissetmesi sinirimi bin kat artıyor,içimde fırtınalar estiriyordu.Birçok kez o adamın beni dövmelerine şahit olmuştu.
Yaşıtları gibi dışarıda arkadaşlarıyla saklambaç tarzı oyunlar oynaması gerekiyordu.Barbie bebekleriyle hayal dünyasında yaşaması gerekiyordu.Gerçek dünyayla fazla erken tanışmıştı.
Hiçbir zaman anne ve baba kelimesinin gerçek anlamını tadamamış ve hiçbir zaman bu kelimeyi kullanmamış,birbirine her şeyden bağlı iki üvey kardeştik.
Sessizlikle beraber kısa bir göz göze gelmemizden sonra omuz silkti.
"Bay Lee seni bekliyor.Konuşması gereken şeyler varmış."
Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım.Yüzümdeki rahatsızlığın Hana'nın da farkında olduğundan emindim.
"Seninle işi düşmediği sürece konuşmaz ki."
Konuşa konuşa Olinda'nın yanına gitti. Uyuyan kedimi uyandırmadan sevmeye çalışıyordu.Yanına gittim.Eğilip boyuna gelince ellerimi yanaklarında birleştirdim.Dudaklarına öpücük kondurdum ve zor da olsa gülümsedim.
"Gideceğim ve hemen geleceğim.O zamana kadar Olinda'ya iyi bak tamam mı? Her fırsatta bir şeyleri kırıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıla Boyalı Yalan Lekeleri •taeten
Fanfic"Ten'i sana yeni yaş hediyem olarak kabul et, oğlum." Kalbimden boğazıma geçen acı tadı yutkunmaya çalıştım. Gözlerimin dolduğunu belli etmem zayıf biriymişim gibi gözükmeme neden oluyordu. Ama elimde değildi. "Hediyen için teşekkür ederim, Bay Lee...