hem sözüm vardı hem de bu bölüm kısa o yüzden atıyorum ama bugünlük benden bu kadar
"Bir şey soracağım. Çekinmene hiç gerek yok." Susarak devamını getirmesini bekledim. "İlk miydi?"
Yutkunurken bakışlarımı ona çevirmeden dışarıyı izlemeye devam ettim. Anlamazsa değişik olurdu zaten. Ne yapacağımı hiç bilmiyor, onu izliyordum sadece. Ana bırakmıştım kendimi.
"Bir erkekle, evet." Sokaktaki sayı azalınca biraz rahatladım.
"Yönelimini biliyor muydun peki?"
"Hoşlandığım erkek olmuştu ama hiç ileri gitmemişti." Göz ucuyla baktığımda kafa salladığını gördüm. Hala dışarıyı tararken konuştum. "Benim de sana bir sorum var."
"Gönder gelsin."
"Neden o kadar ısrar ettin? Yani, ne bileyim, erkeklere ilgim olmayabilirdi. Seni çok kötü tersleyebilirdim. Bir de homofobik olabilirdim mes..."
"Yahu tamam, anladım. Ne baydın." Ters bir bakış attım. Gözlerini kaçırdı telefonunun kabıyla oynarken. "Dedim ya, reddedilmeyi yediremedim diye. Şu ana kadar beni reddeden ilk kişi sensin."
"Egon yani."
"Aynen," dedi kucağında duran örtüyü biraz daha çekerek. Pencerenin başından çekilip sıkıntıyla yatağa oturdum. Uğraştığı telefonunu yatağının yanındaki sehpaya koyduğunu duydum. "Hala orada mı seninkiler?" Kafamı salladım kısaca. Bir saattir sokaklarda dolaşıyorlardı. Çıkmaya cesaret edemiyordum.
"Binaları aramalarından korkuyorum." Yüzümü kapladığım ellerimi indirip sırtımı yatağa bıraktım. Derince ofladım tavanı izlemeye başlarken.
"Oflayıp durma be," dedi ayağıyla yanında duran omzumu dürterek.
Bakma gereği bile duymadan konuştum sakince. "Öldürmek için bekliyorlar."
"Ne yaptın?" Soruyu sormaktan ama cevap alamamaktan bıkmıştı. Omuz silktim. Tekrar dürttü, sertçe bu sefer. "Bir kez daha omuz silkersen silkecek omzun kalmaz."
"Yineliyorum, ilgilendirmez." Verdiğim ters tepkiye kaşlarını çatarak cevap verdi. Üzülmesine üzülmüştüm ama hiç vazifesi değildi. "Sorup durma."
"Ben de çok meraklı değilim neler yaptığını öğrenmeye. Belki yardımım dokunur dedim." Sırtını yatağa yaslayıp telefonunu eline aldı. Biçimli kaşlarını çatmış, çenesini ileriye itmişti. Üzerinde sadece iç çamaşırı vardı. Pürüzsüz göğsü yanındaki lambanın ışığıyla aydınlanıyordu.
Yataktan kalkıp pencereye yürüdüm yeniden. Etraf boş duruyordu. "Gidiyorum ben," dedim dikkatini çekmek için.
"Ceketimi alabilirsin," dedi telefonuyla oynamaya devam ederken. "Geri getirmene gerek yok."
Hala suratıma bakmazken ceketini üzerime geçirdim. Eğer durumlar farklı olsaydı asla gitmezdim. Çünkü yaşadığım an, ilkim olduğu için olacak, çok güzel ve özeldi. Ve o da istediği takdirde devamını kesinlikle getirirdim ancak o kadar ters bir zamandı ki oturduğumda bile kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım.
Kapıyı sessizce arkamdan kapattım. Merdivenleri temkinle indim. Aklımın başka yerlere gitmesine engel olarak elektrik direklerinin zar zor aydınlattığı karanlık sokağa adımımı attım. Giydiğim cekete biraz daha sarılıp duvar kenarında bekledim. Deniz kokusu sarmıştı etrafımı birden. Kafamı eğdiğimde kokunun ceketten geldiğini fark ettim. Derin bir nefes çektiğimde içime yukarıda yaşadıklarım üşüşmüştü aklıma. O da böyle kokuyordu çünkü.
Yanımdan geçecek olan taksiyi son anda durdurup yanına, yolun karşısına geçtim hızla. Binmeden önce son kez kafamı kaldırıp odasına baktığımda tülün arkasında bir gölge gördüm. Gülümsememe engel olamayarak taksiye bindim. Adresimi verip rahat bir nefes aldım. Başıma bir şey gelmeden eve gitmeme çok az kalmıştı.
Baş parmağımı dişleyerek geçirdiğim on dakika sonrası evimin önündeydim. Beni bulmalarından korkmuyordum çünkü hakkımda hiçbir şey bilmiyorlardı. Selen'e özellikle tembih etmiştim, babasının yanında asla benim hakkımda bir şey söylememişti. Ki zaten yaşadığımız ilişki gizli sayılırdı. Babasını -kızının sevgilisi olarak- sadece bir defa görmüştüm, onda da kafasına vazoyla vurmuştum.
O an aklıma tekrar gelince yeniden dişlerimi sıktım. Elimden gelseydi de o vazo parçalarıyla delik deşik etseydim keşke. Bana, aileme az çektirmemişti piç.
Kapıyı çalıp sabırsızca bekledim. "Neredesin sen ya?" Sesini yükseltip omzuma vurdu sertçe, sıkıca sarılmadan önce. Gülerek belini sardım kollarımla. Parmak uçlarına çıkınca ayaklarını yerden kesip belime sardım. Kapıyı kapatıp salona doğru yürüdüm.
Annemle Sertaç amca salonda televizyon izliyordu. "İyi akşamlar ahali," deyip elimi kaldırdım.
"Hoş geldin oğlum," dediler aynı anda. Çağ'ı kucaklamaya devam edip merdivenleri çıktım.
"Koala gibisin mübarek," dedim gülerek.
"Sabahtan beri seni bekliyorum be. Tüm gün kafeyle uğraştım. Kollarım koptu, beynim yandı," dedi bir kolunu alnına yaslayıp diğerini yana doğru açarak. Gülmeye devam ettim odama girerken.
"Sanki tek çalıştın." Yatağımın üzerine bıraktım minyon bedenini.
Duymazdan geldi. "E ne yaptın tüm gün, anlatsana." Dolabımla uğraşmayı bırakıp dönüp baktığımda yatağıma yüzüstü uzanmış, kafasını avuçları içerisine almış bana baktığını gördüm.
"Ne yapacaksın?"
"Ya merak ediyorum. Sabah Selen'e gidiyorum deyip çıktın, yeni geliyorsun."
Adını duyunca elim ceketin açtğım fermuarında kaldı. Anlatacaktım, daha zamanı vardı.
Yutkundum ve boğazımı temizleyip fermuarı indirmeye devam ettim. "Bir şey yapmadım, ağabeyim, ne yapayım?" Ceketi dolabıma rastgele atıp elime gelen ilk tişörtü giydim üstüme.
"O kimin ceketi, o?" Kalkan kaşlarıyla merakla cekete bakıyordu. "Senin kıyafetlerin nerede hem?"
Ofladım sertçe. "Çağ, bir dur lütfen ya. Daha yeni geldim. Anlatırım sonra."
"Hiç deme zaten, tüm gün kafede çalışmış bu kız bensiz, çok yorulmuştur, kafasını dağıtayım biraz diye, hiç deme."
Altıma eşofmanımı çekip yatakta yanına uzandım. Suratına düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp yanağını okşadım baş parmağımla. "Uyuyacak mısın, kovayım mı?"
"Of ağabey ya," deyip arkasını döndü.
Yüzüme gelen saçlarını ellerimle itip gülümseyerek arkasından sarıldım sıkıca. "Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?" dedim sessizce. Kafasını salladı. Kaşlarını çattığına bahse girerdim.
Kolunun üzerinde duran elimi tuttuğunda elini sıktım. Yarın ne olacağı, kimin hala yaşıyor olacağı muammaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son El
Teen FictionHer kurbağa öptün diye prens olmaz; kral da olabilir. NOT: Eşcinsel karakterler içerir.