-Fırtınanın geleceği geceyi beklemekte...
Sarının hiç bilinmeyen tonunda ve hiç anılmayan bir vukuda çığlıklar direnmiş ezgilere. Notalar ağırlamış karanlık ormandaki saf bir kız çocuğunu. Ormandaki yaprağın son tınısında küçük ayak pancurlarıyla ezilmiş bu topraklar. Ardında bıraktığı ayak izleri sunmuş bir şarkının ahenkli sözlerini. Usulca direnmiş göz kapaklarını sonsuzluk sandığı bir tınıya sunarken.
"Mısra... Mısra." Kulağımdaki sıcak bir nefesin adımı söyleyen uğultularını dinlerken ağırlaşan göz kapaklarımı yavaşça açtım. İlk baş buğulu olan görüş açım bir kaç saniye sonra netleştiğinde gördüğüm görüntüyü bir çift siyah gözler karşıladı. "Günaydın prenses." derken gülümsüyordu.
Hala uyku ve uyanıklık arasında olan zihnim boşluktaydı, bir şey düşünemiyordum. Arkasından gelen tanıdık ses yavaş yavaş zihnimi açarken "Gürkan küçük uyanmış mı? diyerek odaya giren sesin sahibine Çınar'a kaydırdım bakışlarımı. "Uyandı prenses." alay dolu sesi ile onun da Çınar'ın tarafında olduğunu anlamam uzun sürmedi.
"Neredeyim ben?" dedim kuruyan boğazımın acısıyla öksürerek. Çınar komodinin yan tarafındaki tek kişilik koltuğa oturduğunda etrafımı süzdüm. Odadaki eşyaların aynısı olması bu yerin Çınar'ın bana silah doğrulttuğu ev olduğunu anladım.
Adamın komodinin üstündeki cam sürahiden bardağa su doldururken "İyi misin?" diyerek yönelttiği ciddi tonda sorduğu soruyla bakışlarım ona kaydı." İyi gibi mi görünüyorum?" dedim hala boğazım acırken. Yerimde doğrularak uzattığı bardağı titreyen ellerimle aldım. Tek kişilik yatağın içindeydim ve yatağın içi alev alev yanıyordu, tuttuğum bardak buz gibiydi.
"Biraz daha kötü görünmen gerekiyordu." İfadesiz sesle koltukta oturan Çınar söylemişti bu cümleyi. Sessizliğin sahibi lacivert gözlere diktim bakışlarımı. Bana bakan gözlerde ifadesizdi tıpkı şu an bomboş baktığım gibi. "İç şu suyu." dedi emir vererek.Kuruyan boğazımın şu an suya ihtiyacı vardı. Yavaşça titreyen ellerimle dudaklarıma götürürken suyu, sadece bir iki yudum alabildim. Çınar'ın bakışları hala benim üzerimdeyken beyaz bir sargı beziyle sarılmış bileğime kaydırdım bakışlarımı. En son yaşadığım olay geldi aklıma "Eve gitmek istiyorum." dedim kurumuş dudaklarımı dilimle nemlendirirken. "Eve götüreceğimizi zannetmiyorsun herhalde" diyen daha demin Çınar'ın Gürkan diyerek çağırdığı adama olabildiğince sert bakışlarımı yolladım. "Eve gitmek istiyorum." dedim her bir kelimenin üstüne basarak. Titreyen ellerim artık bardağı sıkıca kavrıyordu. "Gitmeyeceksin."
Kesin dil ile söylenen kelimeye nasıl inanabilirdi bu lacivert gözlerin sahibi. "Beni bulamayacaklarını mı zannediyorsun?" Bakışlarım ikisinin arasında gidip gelirken ses çıkmayınca konuştuğumuz en son konuyu hatırladım. "Sen aptal mısın? Benim babam bu pisliği yapmış olduğu kadar senin annen de bu pisliğin içinde." Bağırdığım sesle kelimelerin her bir tınısı odada yayılırken Çınar'ın damarları ve göz irisleri de o derece belirginleşiyordu. Çınar'ın dişlerini sıkarak ellerini koltuğun kollarından sıkıca sıktığında "Gürkan dışarı çık." diyerek bağırdı. Yine aslanı bu denli kükrettiğime göre bu sefer o silah kesin beynimde patlayacaktı. Nereden gelmişti bu cesaret söylemiştim bu cümleyi bilmiyorum ama şu anda Gürkan'a yalvaran bakışlarımı atıyordum. "Yanlış yere ayaklarını bastın prenses." diyerek arkasından kapattığı beyaz kapıya bakakaldım. Az önce sıkıca kavradığım bardağın sinirden değil korkudan olduğunu yeni anlamıştım. Şu an korkunun bana vermiş olduğu stresle, terleyen avuçlarıma lanet ettim. Bardağı bırakıp korkudan çarşafın altına girebilmeyi çok isterdim. "Dünden beri başındaki ateşle benim evimde uyuyorsun. Bir de bana aileme hakaret ediyorsun. Bu nasıl cüret?" Koltuktan kalkarak yanıma yaklaştı ve elimdeki su bardağını alıp duvara fırlattı. Çıkan sesle ellerimi kulaklarıma koyup sıkıca kapattım. Bakışlarım parçalanmış cam kırıklarına ve yere dökülüp sıçramış olan suya kayarken Çınar'a bakmamaya çalışıyordum. Kolumdan sertçe tutarak beyaz çarşafı üzerimden çekti. Altımdaki siyah pijamayı ve üzerimdeki siyah atletin olduğunu da o zaman anlamıştım. Elimdeki beyaz çarşafı yere fırlattığında havada süzülen toz taneleri parlarken akşam güneşi vücuduma değmekteydi. "Senden nefret ediyorum." dedim ellerimi kulaklarımdan yavaşça çekerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Böyle Hatırla
Novela JuvenilRuh bedenin ardındaki bir denizdi; kelimeler kifayetsiz, yaşam bir arzuydu. Ben ölümün kirli oyunu, Ben ölümün bir parçasıydım. Ay ışığındaki çömez kızın bakışları bana aitti. Herşeyin başladığı bu beyaz koridor ve sarmaşık parkında hayatımı mahvede...