Gözlerimi yumdum. Derin bir nefes aldım. Kalbimde bir acı hissediyordum. Bu acı gücümün müydü, vazgeçişimin mi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kapalı gözlerimden akan yaşların sayısıydı.
Kalbimin üstüne düşüyordu gözyaşlarım. Bu yaşlarda acı vardı. Dışlanmışlık vardı. Yalnızlık vardı.
Makas saçıma vurdukça çıkan o ses ömrüme vurulan bir darbeydi sanki. Ailem yoktu. Dostum yoktu. Kimsem yoktu. Bu yüzden insan sahip olduklarına veriyordu bütün insani değerini. Bu yüzdendi saçlarıma kendimi bildim bileli kimseyi dokundurmayışım, kesmeyişim. Sahip olduğum bu kadar az şey varken, nasıl onları da bırakırdım yokluklara?
Hayatıma kimseyi sokmayışımın nedeni neydi bilmiyorum. Belki korktum. İncinmekten, yine yalnız kalmaktan. Bağlandıktan sonra yalnız kalmaktan. Belki hiç sevemedim insanları. Benim dünyamı haketmediklerini düşündüm, ya da ben onların dünyasını haketmemiştim. Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey bu dünyayı var eden her neyse, o şeyin benden zerre kadar hazetmediğiydi. Benden hazetmemesinin yanında, kısacık ömrüme de savaş açmıştı.
Bugün, kalçalarımdaki saçlarıma veda zamanıydı. Elimi attığım zaman hissedemeyecektim. Tıpkı yaşamım gibi. Mutlu olmayı, iyi hissetmeyi haketmiyordum.
Kafamdaki soru işaretlerinden biri arken'e aitti. Arken benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Dünya üzerindeki hiçbir şey benim için anlam ifade etmiyordu.
Arken'le yaşadığım şey psikolojimin ne denli acınası bir durumda olduğunun kanıtıydı. İnsan sarhoş olduğunda bilinç altını yansıtır. Ne var ne yoksa içinde, döker gider derinlere.
Sevilmemiş, sevmemiş, sevgi ne bilmemiş bir kızdım belki. Belki de yalnızca kendimi kandırıyordum. Kim bilebilir?
Makas sesi durunca derin bir nefes çektim. Gözlerimi açtım. Farkında olmadan kaşlarımı çattım. Aynada gördüğüm bu kişi ben miydim gerçekten? Bir saç, bir saç boyutu insanı ne kadar değiştirebilirdi ki? Gözlerimden çıkan o anlam olmasa, bambaşka birisi var karşımda sanabilirdim. Fakat gözler değişmez, hep aynı bakar. Tıpkı kalp gibi.
Derin bir nefes daha çektim. Gülümsedim. Yo, bu zoraki bir gülümseyiş değildi. Bu benim 'yeni hayatımı' karşılama biçimimdi.
Yavaşça ayağa kalktım. Şortumun üzerinden belime bağladığım gömlek koltuğa düşmüştü, aldım. Yeniden bağladım. Arka tarafta duran sırt çantamı aldım, saç kesim ücretini ödedim ve dışarı çıkmak için kapıya doğru adımlamaya başladım.
Kapıya geldiğimde yine derin bir nefes çektim. Dünya üzerinde milyonlarca kadın saçını kestiriyor, boyatıyor, zamanının belki de çoğunu kuaförde geçiyor ve özgüveniyle birlikte bu kapılardan dışarı adım atıyordu. Benim hissettiğim tek şeyse cesaretin yerini kapmaya çalıştığı, utançla harmanlanmış korkuydu. Bu utançsa insan olmanın utancıydı.
Dışarı çıktım, bir kitapçıya girdim. Kulaklığımı taktım ve müziğimi açtım. Telefonu arka cebime koyduktan sonra klasiklerin olduğu raflara yöneldim ve arayışa koyuldum.
İşte burada, ömrümün tamamını tüketebilirdim.
Klasikler diğer kitaplara göre hep daha uygun fiyatlıdır. Tabi yayımevine göre de değişir fiyatlar. Başka pek bir ihtiyacım olmadığından paramı kitaplara yetirebiliyor, hatta biriktirebiliyordum.
Elimde 5 tane klasik kitabın ağırlığını hissedince artık burdan çıkmam gerektiğini farkettim. Yukarı kattaki siyasi kitaplar raflarının oradaki kasaya doğru harekete geçtim.
Dinlediği müzikler insanın ruhunu yansıtırmış. Ben rep dinliyordum.
Yukarı çıktığım zaman rafın önünde, sırtı dönük bir şekilde siyaset kitaplarını inceleyen bir adam gördüm. Siyah tişört ve siyah şort giymiş, sağ ayağının üzerinde, dizinde dövmesi olan bir adam.
Kim olduğunu biliyordum. Umursamadım. Sonra umursamam gerektiğine karar verdim. Derin bir nefes daha çektim, ki artık bu yüzden hasta olabilirdim, ve ona doğru ilerlemeye başladım.
Arken'e.
Suratıma zoraki kondurduğum gülümseyişimle çaprazında, arkasında duruyordum. Kulaklığı çıkarmadım, müziği kapattım. Elinde attila ilhan'ın 'hangi Atatürk?' adlı kitabı duruyordu.
"güzel kitap. İronilerle dolu. okumalısın." sesimin güçlü ama rahat çıkmasına özen gösterdim.
Bakışları bana yöneldi. Beni gördüğüne şaşırmış gibi duruyordu. Duraksadı, kafasını hafifçe aşağı doğru salladı. "okurum." gözlerini kısmış, kısık sesiyle konuşmuştu.
Gözlerimi ondan çektim. Önümüzdeki raflara yöneldim. Parmak uçlarımla kitaplara dokunmaya başladım. Gözlerimi kıstım, "hmm.. Hangisi olabilir?" harfleri uzatarak, kısık bir sesle konuşuyordum. "Hah! İşte buldum seni."arken'e döndüm, "okudun mu?"
Kaşları çatıktı. önce saçlarıma, sonra gözlerime bakıyordu. "hayır."
Yüzüme muzip bir ifade kondurdum. "okuman lazım. Elindekini ve bunu almalısın." Gülümsedim. "hoşçakal!"
Arkama dönüp ilerlemeye başladım. Ardımda şaşkın ve kızgın bir arken bıraktığıma emindim. Şaşkınlığını anlıyor, fakat kızgınlığına herhangi bir anlam veremiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RİTİM
Teen Fiction"Hasta olmanı istemem küçük. Zira hislerim doğruysa başıma kalacaksın.. " (+18) -------- Nefes alamıyordum. İlk kez böyle bir şey hissediyordum ve bu, çok garip bir duyguydu. Dudaklarını dudaklarımdan ayırdı ve çenemin hemen yanındaki, yüzümü boyn...