"Abi güneş gözlüğümü gördün mü?"
"Ormanda ne yapıcan gözlüğü lan?"
"Tamam, medeniyetten uzak biyere gidiyo olabiliriz ama bu bizim medeniyetten uzaklaşmamızı gerektirmez demi?" Bunu söylerken gözlüğü bulmuştu ve aynanın karşısına geçip gözlüğün duruşuna bakıyordu.
"Lan asıl bunu takınca medeniyetten uzaklaşıyorsun oğlum, bu ne la uzaylı gibi? Ya çıkar allahaşkına delirtme beni."
Hastaneden taburcu olalı üç gün olmuştu. İkimizde bu konuda hiç konuşmuyorduk ama İstiklal'in kendini berbat hissettiğini anlayabiliyordum. Bazen dalıp gidiyor, en olmadık anlarda gözünden bir damla yaş süzülüyordu. Yani ya kafasına yediği darbelerden dolayı beyni akıyordu gözlerinden, ya da cidden üzgündü. Ki ilk seçeneği tercih ederdim.
Ve başımıza gelen bunca şeyden sonra, birkaç gün tatil yapmanın iyi gelebileceğini düşünmüştük. Fatih ormanının içinde Rüzgar'ın babasından kalan küçük bir ev vardı. İki gün boyunca, ormanın ortasındaki ıssız bir evde, İstiklal ile yapayalnız! Kulağa ne güzel geliyor değil mi?
Ama bir tatile ihtiyacım olduğunu inkar edemezdim, o yüzden eğer bu angut biraz daha acele etmezse onu burda bırakıp gidebilirdim. İki saattir çanta hazırlıyordu. İki saat!
"Beyefendiler bu akşama kadar çıkmayı düşünüyorlar mı, yoksa kendilerine makam arabalarına kadar eşlik edeyim mi?" Bu Rüzgar'dı. Bizi eve kadar götürüp geri dönecekti. Bende cevap verdim.
"Tamam geliyoruz işte ya, ne sabırsız çıktın sende."
Valizinin fermuarını çekmeye uğraşan İstiklal'i kolundan tutup valizle beraber kapının önüne çıkardım, Rüzgar'ın bulunduğu asansöre bindirip sıfıra bastım. Eve son kez girip kendi çantamı aldım ve kapıyı kilitleyip merdivenlerden inmeye başladım.
Ana kapıdan çıktığımda arabaya dayanmış beni bekliyorlardı, valizimi bagaja atıp kapağı kapattığımda İstiklal her zamanki gibi arkaya bindi ve bende sürücü koltuğunun yanına oturdum.
Yol boyunca hiç konuşmadık. Ormandaki eve vardiğimizda akşam olmuştu, Rüzgar valizleri indirmemize yardım etti ve sonra geldiği yoldan geri döndü. Ev tahtadan yapılmıştı, ön tarafında küçük bir çardak vardı ve bahçesinin etrafı çitle çevriliydi. Ormanın ortası olmasına rağmen bahçede hiç ağaç yoktu. İstiklal'le birbirimize baktık ve sonra evin kapısından içeri girdik.
Valizleri salona atıp hemen evi keşfe başladık. Dış kapı direk salona açılıyordu. Sol tarafta mutfak ve sağ tarafta lavabo vardı. Üst katta ise uzun bir koridor vardı. Koridorun iki ucunda tek kişilik yatak odaları, ortada lavabo ve çift kişilik bir yatak odası daha vardı. Sağ taraftaki odayı ben aldım, diğerine de İstiklal yerleşti. O olaydan sonra eskisi gibi yakın değildik artık.
Kendimi yatağa bıraktım, akşam yemeğine kadar biraz kestirebilirdim herhalde; dalmışım. Bir çığlıkla kendime geldim, burnuma yanık kokusu geliyordu. Yataktan fırladım ve mutfağa koştum.
Tavadaki domatesler alev almıştı, İstiklal ne yapacağını bilmez bir şekilde maşayla domatesleri tavadan almaya çalışıyordu. Ama domatesler dağılıyor ve suları üzerine sıçrıyordu. Hemen yanına gidip önüne geçtim, tahta bir kaşıkla tavadaki domatesleri teker teker lavaboya atıp soğuk suyu açtım. Odayı buhar doldurdu, bu sırada İstiklal'de bir sandalyeye oturmuş öksürüyordu.
"İyi misin?" dedim yanına yere oturarak. Öksürmesi kesildiğinde kafasını kaldırıp yüzüme baktı.
"İ-iyiyim. Ben sadece-- öhö!"
İstiklal'in yapamadığı yemek olmadığını sanırdım, o yüzden bayağı şaşırmıştım. Ancak sonradan kafama dank etti. Domates, İstiklal domates sevmezdi ki! Hatta nefret ederdi, o yüzden hayatında hiç domates pişirmemiş olabilirdi. Yeniden öksürükleri kesildiği zaman,
"Sen domates yemezsin," dedim. "Niye o kadar uğraştın ki?"
"S-sen seviyorsun, ve b-bende düşündüm ki b-belki böylece,"
"Böylece ne?" sesi iyice kısılmıştı ve yüzünü ellerinin arkasında saklıyordu.
"Böylece b-beni affedersin.." dedi artık fısıltıya dönüşen sesiyle.
"Ne?"
"Yaptığım şeyler için..."
Ellerini yüzünden çektim ve bana bakmasını sağladım. "Sen affedilecek hiç birşey yapmadın. Şimdi git yüzünü yıka ve kafanı kırmadan yemeği hazırlamama yardım et."
Kafasını aşağı yukarı salladı ve mutfaktan çıktı. Gördüğüm üzere masa çoktan hazırlanmıştı ve tek eksik çatal bıçaktı. Onları koyarken İstiklal geldi.
"Otur. Ye."
"Kızgın mısın?"
"Tabiki kızgınım, beyinsiz! Domatesler uğruna kendini yakmayı göze mi alıyorsun? Hayatının bu kadar mı değersiz olduğunu düşünüyorsun?!"
"Tabiki hayır!" bir an böyle çıkışmasına şaşırsam da kendimi topladım.
"Sadece -sadece yemeğini bitir."
Ve bütün yemek boyunca başka bir şey konuşmadık. Yemekten sonra "Sen yat." dedi. "Bulaşığı ben hallederim. Zaten tek yapmam gereken makineye yerleştirmek."
Omuz silkip merdivenlere yöneldim. Kendisi bilirdi. Yatağa yattığımda direk uykuya daldım.
Rüyamda Peri'yi gördüm. Siyah saçları, siyah gözleri ile İstiklal'in tam zıddıydı. İlk kadınım. Evet onunla yatmıştım ama sadece bir kez. Ve ondan sonra da başka biriyle hiç birlikte olmamıştım. Korkuyordum.
Rüyamda onunla beraber sonsuz kırlarda koşuyordum. Gülüyordu, elimi tutmak istiyordu. Fakat elimi tuttuğu zaman birden çığlık atmaya, ağlamaya başlıyordu. Bende elini bırakıp kaçıyorum. Sonra karanlıkta bir ses duyuyordum. Bir ağlama sesi. Ve sonra kendi sesimi duyuyordum. Peri ile konuşuyordum.
"Hayır, ben seni seviyorum!"
"Sevmiyorsun Mete! Sevmiyorsun! Sevebilirsin sanmıştım ama sen sadece onu görüyorsun!"
"Peri!"
"Hastasın sen!"
"Peri!!"
Uyandığımda ter içindeydim. Uzun süredir bu rüyayı görmemiştim fakat şimdi anılarım yeniden canlanmıştı, lanet olsun!
Derin bir nefes aldım ve bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırdım. Odanın kapısını açtığımda etraf çok sessizdi. İstiklal daha uyanmamıştı. Parmak ucuma basarak merdivenlerden indim ve bahçeye çıktım. Burası çok huzur vericiydi. Etrafta böcek ve kuş seslerinden başka birşey yoktu.
Çardağa gidip etrafını çevreleyen tahtaların üzerine oturdum. Sırtımı da yine tahtalara dayadım. Gözlerimi kapattım. Bugün ayın kaçı? 16'sı mı? Tam dört sene olmuştu. İstiklal'e aşık olduğumdan beri dört sene olmuştu.
XXX
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sentimental boys at ♡ [boyxboy]
Humor☆ o özeldi. o her zaman özeldi. onu ilk gördüğüm an anlamıştım bunu. küçükken onu istediğimi düşünürdüm. benim olmasını istiyordum. bana ait olmasını, tıpkı oyuncaklarım gibi. ama o bir oyuncak değildi. sahip olmadığın küçük kardeşin, derdi annem ba...