Bir hafta boyunca gece gündüz annemle ilgilendim. Fena bir şekilde üşütmüştü o geceden sonra. Halen aklıma geldikçe kendi acizliğimden tiksiniyorum. Ne var sanki denizden korkacak? En azından annem zatürre veya bronşit olmadan bu olayı atlatabilmiştik. Ben de annemi bakıcısına bırakarak doğru okula gittim.
Yine çok fazla ders kaçırmıştım.
"Annenin durumunu biliyorum. Bak, en iyi öğrencilerimden birisin. Ama eğer bu şekilde devam edersen derslerin kötüleşmeye başlayacak. Bunun olmasını istemiyorum. Diğer öğretmenlerin durumunu bilmiyorlar ve devamsızlığın onların da gözlerinden düşmene neden olacak bu gidişle"
"Daha dikkatli olacağım, söz veriyorum."
"Umarım kızım, kendine yazık etme. Derste görüşürüz."
Tüm günü kulaklarımda en sevdiğim öğretmenimin bu sözleriyle geçirdim. Berbat bir gündü. Neden anlayamıyorlar ki? O benim annem. Elbette ona bakacağım. Ben de istemiyorum derslerimden geri kalmayı... Saat iki gibi derslerim bitmiş eve gitme zamanım gelmişti. Ah Tanrım… Rahatlamaya ihtiyacım vardı. Bu şekilde eve gidemezdim. Ben de minik tatlı motoruma atlayıp doğrucu üniversiteme çok da uzak olmayan ormana gittim.
Orman dediğime bakmamak gerek. Çok piknik yapan olur burada. Gerçek anne ve babamın benim için yaptığı ağaç ev bu ormandaydı. Ne zaman canım sıkılsa buraya gelirdim. Eskiden annemle konuşurdum, ancak artık annemin hastalığından sonra iyice yalnız kalmıştım. Arkadaşım da yoktu. Asla sinemaya, tiyatroya giden eğlenen gençlerden olamamıştım. Gruptan uzaklaşmamın nedeni buydu belki de.
Ağaç evi gördüğümde içim huzurla doldu. Bir çırpıda merdivenleri çıktım. Kapıyı açarken biri kolumdan tutup beni içeriye çekti. Henüz olayın şokunu atlatamamıştım ki kapıyı kapatıp beni kapıya yapıştırdı. Çırpınmaya başlamıştım ama bir ise yaramıyordu, çok güçlüydü. Lanet olsun! Pislik, uyuşturucu bağımlısı gençlerden biri miydi yoksa? Dirseğimi karnına geçirip kurtulmaya çalıştım. Bağırmaya hazırlanıyordum ki ağzımı da kapattı. Ne oluyor ya? !
Çantam… Evet, çantama ulaşmam gerek. Yanımdan ayırmadığım sevgili biber gazımı elime aldığım anda kurtulacağımdan emindim. "Sakin ol" Kulağıma fısıldanan bu iki kelimeyle donup kaldım. Bu da ne? Bu pis herife itaat mi edecektim yani? Sesi neden bu kadar tanıdık? Canımı kurtarmam gerek, ben daha neler düşünüyorum. Kendimi serbest bıraktım. Elbette onu kandırmak için. Boyun eğdiğimi sanmış olacak ki tutuşunu gevşetti. Fırsat bu fırsat diyerek harekete geçtim. Kendimi yavaşça eğerek boşluğuna dirseğimi geçirdim, diğer kolumla da çantamdan spreyimi alıp doğruca dönüp gözüne sıktım.
"Ah ah lanet olsun. Sen… Sen ne yaptığını sanıyorsun ?"
Elleriyle gözlerini tutmuş bir şekilde üzerime doğru geliyordu. Bir yerden tanıyacağım ama...
"Sen, sen annemi kurtaran çocuksun."
"Teşekkür etme şekline hayran kaldım doğrusu."
"Hah, suçlu şimdi ben mi oldum? Başkasının mülkünde senin ne işin var?" "Ormanın ortasındaki ağaç evin sahibini düşünecek halim yoktu herhalde, yoruldum, dinlenecektim ama sen gözümü kör ettin."
Gözleri kıpkırmızı olmasına rağmen acık tutuyordu. Daha önce böyle birini görmemiştim. Yerde acılar içinde kıvranması gerekiyordu. Bir kere yanlışlıkla kendi gözüme sıkmıştım da kaç saat kendime gelememiştim.
"Ne duruyorsun hala? Su, havlu bir şey yok mu? Sana diyorum sana. Tamamen görüş yeteneğimi kaybetmemi mi bekliyorsun yoksa?"
Onun bu sözleriyle kendime geldim. Ah, ne kabaydı.
"Getiriyorum, bekle sen."
Bu çok saçmaydı, bahanesi çok basitti ama inanmıştım. Belki de inanmak istemiştim. Annemi kurtaran biri kötü olmazdı herhalde değil mi? Bu havlu neden bu kadar yukarıda? Çağırsam gelir mi ki, boyu uzun sonuçta. Ama en iyisi kendim yapmak, diyerek havluya uzandım. Tabi o sırada saçma sapan bir sürü şey de düşmeye başladı. Bir tencereyi tutayım derken bir tabak elimden fırlıyordu. Her zaman ki sakar ben işte. Tam kocaman tencere üstüme düşerken arkamdan uzanan bir çift el tencereyi tutup yerine yerleştirdi. Mutfak tezgâhı ile onun arasındaydım. Ne işi vardı bunun bu kadar yakınımda?
"Sessiz ol."
Fısıldayarak söylediği bu kelimeler ben de emir etkisi yapmıştı. Şimdi elleri omuzlarımdaydı. Ama sanki kaçmamam içinmiş gibiydi tutusu. Acık acık "Ne oluyor lan burada?!" Sertçe ellerini omuzlarımdan çekmesiyle irkildim.
"Bu da neydi şimdi?"
"Hiçbir şey."
"Senin psikolojik sorunların mı var, bana mı öyle geliyor?"
"Eğer yüzümü yıkamazsam gerçekten bir deliye dönebilirim. Su var mı burada?"
"Var, sen içeri geç ben geliyorum." Cevap bile vermeden içeriye geçti. Küçük bir mutfak ve iki odadan oluşan tatlı bir evdi ağaç evim. Odaların elbette kapısı yoktu ama oda sonuçta değil mi? Su, havlu ve bos bir kap ile yanına dondum.
"Şey, sanırım uzanman gerekiyor."
"Neden? Daha başka neler yapabilirsin bana, onları görmek için mi?"
"Gerçekten sorunlusun. Daha rahat gözlerini temizleyebilmem için." Ben bunu söyleyene kadar uzanmıştı bile. Hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan o kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyordu.
"Elimde sadece su olduğu için üzgünüm, ama su en iyi temizleyicidir, sadece biraz zaman alacak."
"Nesin sen? Bir doktor mu yoksa eylemci mi?"
"Hahaha çok komik. Tıp öğrencisiyim ben. Olsun o kadar bilgimiz." Havluyu iyice ıslattıktan sonra, tam gözünün üzerinde sıkarak gözlerinin temizlenmesini sağlamaya çalıştım. O ise hiç tepki vermiyor, sadece yapacaklarımı bekliyordu. Eh be adam, canın hiç mi yanmaz? Nesin sen? Defalarca gözlerini su ile temizledikten sonra güzelim koltuğum su yatağına donmuştu. Tişörtü ise yeni yıkanmış gibiydi. Ah be Nefes, ne diye akan suyu kurulamazsın ki?
"Benim işim bitti, şimdi gözlerini kapat da havluyu üzerine koyayım. Biraz dinlendirir."
"Zatürre olmamı ister gibi bir halin var. Her tarafın ıslak olduğunun farkındasın değil mi?"
"Bir kere de şikâyet etmesen olmaz, değil mi?" Hızlıca düşünmeye başladım. Onu diğer odaya alsam üzerine ne giyecekti? Burada en fazla birkaç parça kıyafet bulundururdum, tabı ki bu çocuğa uygun olmazlardı.
"Yanında erkek tişörtü bulundurmanı beklemiyorum zaten. Şu ruh haline bak. Sorun değil, senin önünde tişört süz kalmak gibi bir derdim yok"
Bunu demesiyle elleri tişörtünün altına gitti. Ah, bunu gerçekten yapmayı düşünmüyor değil mi? Koşarak, tişörtün kavrayan ellerini tuttum.
"Bekle, bekle. Ben bir yol düşünüyorum tamam mı? Böyle saçma bir şey yapmana gerek yok."
Ellerimin halen onun ellerinin üzerinde olduğunu daha yeni fark etmiştim. Hemen ellerimi çekip arkamı döndüm. Dönerken, güldüğüne emindim. Ciddiyetsiz insan, ne olacak.
"Bana iki dakika ver" diye bağırdım diğer odaya geçerken. "Bana uyar. Sonra çıkarırım tişörtümü."
İçimden bağırmak geliyordu. Bu odada yer yatağım vardı. Ne bekliyordunuz ki, burası bir ağaç ev! Hemen sandalyemin üzerinde duran pikeyi aldım.
"Eğer istersen burada bir yer yatağı var, istemezsen de koltukta yatabilirsin."
"Çok yorgunum, ben yer yatağını alıyorum. O ne? Haha üzerime örtmem için mi o?"
"Evet. Ben çıkıyorum. Tişörtünü çıkarınca onu üzerine örtersin ve herkes rahat eder." Tam odadan çıkacakken uykulu sesini duydum.
"Adın ne?"
"Nefes."
"Teşekkür ederim, Nefes."
"Rica ederim." Hafifçe gülümseyerek tam odadan çıkıyordum ki sesiyle duraksadım.
"Uzay."