Uzay… Uzay… Uzay odaya girdiğimden beri düşünüyorum da bu da neydi şimdi. İsmini sormamıştım ki. Ayrıca ben ne yapıyorum ya hiç tanımadığım birine hiç kimsenin bilmediği ağaç evimde kalması için izin veriyorum. Bildiğim tek şey ne,ismi. Zaten ismi de kendisi gibi garip. Yok ya bu böyle olmaz ya hırsızsa ya katilse hayır hayır burada kalamaz kesinlikle. İç sesimle savaşımı devam ettirirken kendimi bir anda Uzay’ın yattığı odanın önünde buldum sahi ben ne ara buraya geldim. Neyse şu an başıma bir şey gelmeden onu buradan göndermeliyim.
Kapıyı bir hışımla açıp odaya girdim ama uyumuştu. Yüzünde o kadar huzurlu ve güven veren bir ifade vardı ki uyandıramadım. Tekrar odama döndüm. Yatağımda bir sağa sola dönüyorum ama uyuyamıyorum. Her ne kadar uyandıramadıysam da içimde tarifini yapamadığım bir huzursuzluk var. Bu böyle olmaz diyerek kendimi meşhur köşeme attım. Benim için bu minik ağaç evim ne kadar önemliyse bu köşede benim için o kadar önemli. Bazen saatlerce burada oturup gölü izlerim ben. Bazen de konuşurum. Sanki sıkıntılarımı, dertlerimi içine çekip hapsediyor. Ama korkuyorum. Gün gelir taşar da tüm öfkemi, sıkıntımı, acılarımı dışarı döker diye. Yaşadıklarımı o da taşıyamaz diye korkuyorum. Ve yine biliyorum ki benim huzurlu bir uykuya dalmamı sağlayacak tek şey bu küçük göl…
Sabah ne güneş ışığı yüzüme vurarak uyandım ne de bir gürültüyle uyandım. Her zaman ki gibi kendi irademle uyandım. Ben erken kalkan bir insanım. Hatta çoğu zaman bu özelliğime lanetler okurum saatlerce. Her sabah aynı şey. Biraz daha uyku için gözlerim ve beynim büyük bir savaşa girer. Savaşın galibi beynim gelir daha sonrada ayaklarımla ittifak yaparak beni dışarıdaki çeşmeye gönderir.
Bir gözüm açık bir gözüm kapalı saç baş darmadağın bir halde sürüne sürüne çeşmenin başına gittim. Yüzeme soğuk suyu çarpınca bir an da aklım başıma geldi. Uzay buradaydı hemen gidip onu buradan göndermeliyim. Hızla odasına gittiğimde gerçekten görmeyi beklediğim manzara bu değildi. Kesinlikle uyanıp giden bir Uzay beklemiyorum. Neyse bir an önce eve gitmeliyim yoksa derse geç kalacağım. Zaten bu sıralar hocalar yüzünden diken üstündeyim. Motoruma atlayıp eve geldiğimde direkt annemin yanına gittim. Dün eve gitmeyeceğim için bakıcıya bize gitmesini söylemiştim.Hala bizdeydi. Neyse ki annem hala uyuyordu. Hızla bir duş alıp tekrar motoruma atlayıp fakülteye geldim.
Tamam, tıp okumayı ne kadar çok istesem de her öğrenci gibi bazı derslerin cidden sıkıcı olduğunu düşünüyorum. Yine böyle bir dersi atlattıktan sonra bir kahvenin beni rahatlatacağını düşünerek kantine doğru ilerlerken yine o mavi gözler dikkatimi çekti. Yanındaki çocuğa sinirli sinirli bir şeyler anlatıyordu. Tam kafamı başka tarafa çevireceğim sırada göz göze geldik. Ne kadar bakışlarımı kaçırmak istesem de yapmadım ve bakmaya devam ettim. Ama o kadar derin bakıyor ki gözlerime bir an düşüncelerimi okumaya çalıştığını düşünmeden edemedim. Daha fazla dayanamadım ve kantine girdim. Kahvemi alarak boş bir masaya oturduğum sırada karşımdaki sandalye çekildi ve biri oturdu.
Kim olduğuna bakmak için kafamı kaldırdığımda Uzay olduğunu gördüm. Hadi ama yine mi? Ne istiyor şimdi diye kendi kendime düşünürken ‘’ selam Nefes nasılsın? ‘’ diyerek başlayınca şimdilik amacının sadece konuşmak olduğuna kanaat getirerek üstelemeden ‘’ iyiyim sen?’’ dedim. Yüzüne dikkatli olarak baktığımda keskin yüzünde mavi gözleri gerçekten farklı duruyordu. Bu farklılık kötü değildi ama. Nasıl desem böyle şey … şey hım etkileyici. Evet gözleri sert ifadesine rağmen çok yumuşak bakıyordu. Yüzünü incelemeye devam ederken sırıttığını fark etmemle irkilerek kendime geldim. ‘’niye öyle sırıtıyorsun ‘’ gülümsemesi yüzüne daha çok yayılırken’’ Hiç daldın gittin de ‘’ deyince bir an yanaklarımın ısındığını hissetsem de bozuntuya vermedim. Cevap vermeyeceğimi anlayarak konuşmasına devam etti
’’ Nefes ben aslında bir şey sormak için gelmiştim’’
‘’ Dinliyorum ‘’ dedim gayet sakin bir sesle.
’’ Eğer geçen günkü teklifin hala geçerli ise çıkışta kafede birer kahve içelim mi? Arkadaş olabiliriz bence ‘’ dedi.
Gözlerinde farklı bir heyecan vardı sanki tabi ki neden olmasın dediğimde sevinç çığlıkları atacak gibi tipi vardı. Ya da ben öyle hissetmek istiyorum bilemiyorum. Hafif gülümseyerek
‘’ Bence de arkadaş olabiliriz. Ama maalesef bugün çıkışta işim var. Başka bir gün muhakkak gidelim. ‘’ dedim.
Mimiklerinde bir an hayal kırıklığını yakaladığımı düşündüğüm sırada kendini toplayarak ‘’ tamam o zaman görüşürüz sonra ‘’ dedi ve gülümsemeye çalışarak yanımdan ayrıldı. Günün geri kalanı ise dersler, dersler, dersler… Şimdi ise yaklaşık 4 ay önce çalışmaya başladığım kafeye gidiyorum. Bu kafe de kafamı dağıtmamı sağlayan bir diğer uğraş benim için. İnsanlarla ilgileniyorum. Bir koşuşturmaca oluyor çalıştığım sürece. Çoğu zaman eve gittiğimde yorgun düşüyorum ama yapacak bir şey yok. Benim hayatım bu. Ayrıca tatlı bir yorgunluk oluyor bu.
Saate baktığımda bugünde kafedeki işimi bitirdiğimi anladım. Gerçekten zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Patronuma gittiğimi haber verdikten sonra kendimi dışarı attım. Hava kararmaya başlamıştı keşke motorumla gelseydim. Neyse daha fazla oyalanmadan yola koyulmalıyım. Kaldırımda koşar adımlarla ilerlerken karşımdan gelen karartıları fark ettim. Sanırım 3 kişiydi. Sokakta ben ve onlardan başka kimse yoktu. Biraz telaşlanmaya başlasam da aman sokaktan geçen insanlardır diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım ve yoluma devam ettim. Ta ki o karartılardan biri önümde durana kadar Ceyda’ydı bu. Kim bilir yine ne saçmalayacaktı.
‘’ Ne istiyorsun?’’ dedim kafamı kaldırarak. Bana cevap vermeden yanındaki çocuklara
‘’ Tutun, şunu’’ diyerek emir verdi. Çocuklara dönerek ‘’ Uzak durun benden ‘’ desem de üzerime gelmeye baya kararlı görünüyorlardı. Kollarıma yapışınca sağ tarafımdakinin karın boşluğuna dirseğimi geçirdim. Çocuk bunu beklemiyor olacak ki biraz geriledi ve kıvranmaya başladı. Tam o sırada diğer çocuk üzerime doğru hamle yaptı. Bir şekilde ondan kurtulmaya çalışırken de Ceyda gayet rahat bir tavırla bizi izliyordu. Sonra birden Ceyda’ nın gözlerinden bir parıltı geçti ve pis bir şekilde sırıtmaya başladı.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan dirseğimi geçirdiğim çocuk arkamdan boğazıma yapıştı. Allah kahretsin… Biliyordu. Ceyda benim zayıf noktamı çok iyi biliyordu. ‘’ bravo Yusuf iyi işti ‘’ diyerek arkamdaki çocuğa göz kırptı. Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim çocuğun tutuşu sıkı değildi ama… ah lanet olsun yine mi hayır şimdi olmaz o lanet krize şuan giremem. Ama artık kendimi daha fazla zorlayamam derin bir nefes alabilmek amacıyla gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda ise sokakta değildim bir zamanlar çok kötü anılarımın geçtiği yetimhane odasındaydım.
Duvarın dibinde ayaklarımı kendime çekmiş oturuyorum. O sırada içeri sesli bir kahkaha atarak Vedat – o pislik adama amca demekten iğreniyorum- giriyor. Adımlarını bana doğru attıkça boğuluyorum, gözlerim kararıyor, nefes alamıyorum. Ellerimi boğazıma götürüyorum el falan yok. Acı çekiyorum, canım çok yanıyor. Nefes almaya çalışıyorum ama yok alamıyorum. Her bir adımda boğazımdaki el sayısı da atılan kahkahaların şiddeti de artıyor sanki. Dayanamıyorum artık, ölüyorum galiba. İyice dibime giriyor ve elini kaldırıyor sanırım son darbe geliyor. Usulca gözlerimi kapatıyorum. Artık çabamın ya da çırpınmamın bir faydası yok nasılsa.
Darbenin inmesini beklerken yumuşak bir şekilde kolumda bir etki hissediyorum. Ne acı var ne de yüzüme inen bir darbe irkilerek gözlerimi açtığımda yine sokaktayım. Ama Ceyda da adamları da yok.Anladığım kadarıyla kaçmışlar. Tam karşımda bana endişeyle bakan Uzay var.
’’ İyi değilsin hadi gidelim buradan’’ dediği an da karşımdaki Uzay bir an Vedat ‘a dönüşüyor. Biliyorum karşımdaki Vedat falan değil. Ama yine bilinçaltımın bana oynadığı oyuna yenik düşüyorum ve daha yeni fark ettiğim elini kolumdan iterek hızla ayağa kalkıp
‘’ Uzak dur benden’’ diyorum. Bir an ayağa kalktığım için başım dönse de elimi yüzüme götürüp kendime gelmeye çalışıyorum. O sırada yanağımdaki ıslaklığı- ağladığımı- fark ediyorum. Uzay biraz afallıyor bu tepkim karşısında ama ben arkamı dönüyorum ıssız sokakta yeniden koşar adımlarla ilerliyorum arkamda bir çift şaşkın mavi göz bırakarak…