Mike omzundan arkasına döndü. Ivy'nin hem kendisine hem de Shalia'ya hakaret ettiğini düşünüyordu. Shalia doğruldu ve gülümseyerek Ivy'ye baktı.
Ivy tekrar konuşmaya başladı: "Hiç değilse ikisini de idam et!" Mike kendine söylenmediği için rahatlayarak derin nefes aldı. Fakat bir o kadarda biraz darıldı. "Onu idam etmemelisin, diğerini etmelisin!" dese fena olmazdı. Mike bu düşünceden sonra ne kadar bencilleştiğini hissetti. Kızardı ve yere baktı. Shalia koltuğuna yaslandı ve kıkırdayarak koltuğunu bir sağa bir sola salladı. "Aman da aman. Adalet bekçisi misin sen?"
Mike ikisine bakarak geri önüne döndü.
"Değilim ama buna karışmam gerek." Ivy kollarını omzunda birleştirdi.
"Sana bir uyarı yapmıştım değil mi? Eğer canın yanmasın istemiyorsan çık. Son 3 saniye." Shalia oldukça ciddi bir şekilde söylerken sözlerini Ivy üç saniye içinde odayı terk etti. Mike Shalia'ya odaklandı.
"Nerede kalmıştık?"
"En son sana eziyet çektirdiğinizi söylemiştim."
Shalia gülümsedi. "Barkodu okutmadığım için şükret. Odadan çıkabilirsin."
Mike şüpheli bakışlarla odadan çıktı ve dudağını tuttu. Ne yani? Hiçbir şey olmadı mı? Sanırım şanslı bir çocuğum burada. Belki yaşarım ha? Belli belirsiz gülümsedi.
Garip bakışlara alışmış bir şekilde tanıdık birileri arıyordu. Taylor ve Tim'i gülerek konuştuklarını görünce gülümsedi ve ellerini kaprisinin cebine sokarak yanlarına geldi.
"Nasılsınız?"
Tim hızlıca Mike'ı omzunun altına alarak duvara yasladı. "İdam aldın mı? Olaylar karışıkmış."
"Aa... aslında idam alıp almadığımı bilmiyorum. Nasıl anlaşılıyor?"
"Barkodunu okuttun mu?"
"Hayır."
Tim rahatladı ve sırtını sıvazladı. "Korkacak bir şey yok. Ölmeyeceksin."
"Güzel. Her neyse, gitmem gerek. Görüşürüz." Mike el sallayıp aralarından ayrılırken kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. Neden idam edilmedim? Yani aslında şu an iyi de, insanlar beni torpilli diye düşünmeye başlayacak. Burada ters giden bir şeyler var. Dudağındaki kurumuş kanla oynarken sırtında hissettiği büyük bir ağırlıkla yere düştü.
"Argh!" Martin kıkırdayarak sırtından kalktı.
"Na-ber belalı?" Mike doğruldu ve Martin'e bakıp göz devirdi. "Büyüklerinle doğru konuş."
Martin iç geçirdi. "Peki." Sondaki i'yi uzatarak söylerken göz devirdi. Mike bir şey hatırlarcasına baktı ve kendi kafasına vurdu. "Tam bir unutkanım! Hao'yu unuttum!"
"Hao? Hao da kim? Nerede unuttun? O da ne? Ne oluyor?"
Mike, Martin'in gözlerine boş boş baktı ve gülümseyip omzuna vurdu. "Sana düşünmeni istediğim bir konu var; dünya mavi tıpkı mortakallar gibi. Bu cümlenin açıklamasını bulunca burada yine buluşuruz. Gitmem gerek." Daha Martin'in konuşmasına fırsat vermeden uzaklaşmaya başlamıştı. Tempolu bir şekilde çevresine bakmadan Hao'nun ona ne diyeceğini düşünerek birkaç koridor geçti. Kimseye belli etmeden ara bir koridora girerek derin nefes aldı ve etrafa bakmaya başladı.
"Hao? Hao? Uyudun mu? Seni unuttuğum için özür dilerim. Aslında bakarsan, aradan iki-üç gün geçmiş. Dayak yemeye hazırım..." Biraz sessizleşip etrafı dinledi. "Hao?" Sanırım gitti. Aslında, bende giderdim. Tanrım o kadar şey yaşadım ki bir kızı unuttum. Ses gelmeyince etrafı dolanmaya başladı. Ne Hao'dan, ne de başka bir şeyden ize rastlamayınca derin nefes alarak oradan uzaklaştı. Onu bulmalı mıyım? Onu bulursam bana ne yapma ihtimali daha yüksek? Belki beni unutmuş bile olabilir. Hem zaten çıktıysa ve ortamda idam olayları falan yoksa... tamam iyi durumda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denek-M
Science Fiction-Denek-09'un 2. Kitabıdır.- "Oyuna hoşgeldin Mike! İyi şanslar!"