Kitaba elimi uzattım. Yavaşça aldım. İşte bu ! Sanırım aradığımız kitap bu ! Tabii emin olmak için Berke'ye döndüm:
"Berke! Bu kitap mıydı ?"
"Evet, evet ! Buydu. Hatta kapağı çok dikkatimi çekmişti."
Kitabı aldım ve kapağını yavaşça açtım. 4 element hakkında bilgi veriyordu. Kendi elementimi ararken daha fazla ayakta kalamayacağımı fark ettim ve yere oturdum. Elementimi ararlen birden gözüme bişey çarptı. Dört elementi bükebilme hakkında ki bilgiler. İçimde bi merak duygusu kabardı. Okumaya başladım. Bu sırada diğerleri de beni dinliyordu. Sesli okuyordum:
" Evrenin dört element ve bu elementlerin birleşimiyle yaratıldığı söylenir. Bu dört element dört temel enerjiyi sembolize eder ve evrenden Dünya’mıza kadar her şey bu dört elementin farklı şekilleriyle meydana gelmiştir. Bu dört temel enerji; ateş, hava, su ve toprak olarak geçmektedir."
Dedim ve kafamı bizimkilere çevirdim. Onlarda yanıma oturmuş dikkatlice beni dinliyorlardı. Tekrar kitapa döndüm ve okumaya devam ettim.
"Hava
Hava bizim seçimler yapmamıza olanak veren zihin ile alakalıdır. Bu aynı zamanda bizim yükselişimizi ve tekâmülümüzden sorumlu olan irademizdir. İrade, Yaratıcı’nın bize verdiği en büyük hediyelerden biridir. Çünkü biz irademizle kararlar vererek tekâmül ederiz. Bu irademizi, zihin ve mantık çerçevesinde kullanarak sürekli yolumuzu aydınlatırız.
Su
Su elementi duygularımızla, sevgiyle ve duygusal bedenimizle alakalıdır. Aynı zamanda su, sezgilerinde sembolü olmuştur. Su elementi bize merhamet ve hoşgörünün erdemlerini öğretir. Merhamet etmek ve herkese karşı hoşgörü göstermek insan sevgisinin temelidir. Ve bu da bize affetme erdemini öğretir.
Ateş
Ateş aşkla, arzuyla ve derin isteklerle alakalıdır. Ateş elementi bize her daim cesur olmayı ve hayatın getirip götürdüklerine dair ayakta kalmayı öğretir. Bu cesaret, bizi koruyan ve iç gücümüzü ortaya çıkaran temel duygu halidir. Aynı zamanda bir şeyi güçlü bir şekilde istemekte yani derin arzu ve istekte ateşle alakalıdır. Bu bizim bir şeyi elde etmemizin sırrıdır.
Toprak
Toprak elementi bize sükuneti ve sessizliği anlatır. Mevlana’nın Hamuş halidir toprak. Sessizliğin bilgeliği diğer bilgeliklerden daha önemlidir. Çok konuşmak enerjiyi düşürür ve kelimelerin gücünü azaltır, az ve öz konuşmak ise konuşulan sözcüklerin daha yüksek bir enerjiyle yayılmasını sağlar"
Kafamı kaldırıp tekrar arkadaşlarıma baktım ve bakışlarımı Doruğa kaydırdım.
"Doruk ne kadar zamanımız var?"
"45 dk ama sen bu halde nasıl derse giricen? Ya biri farkederse?"
Yağmur atladı hemen:
"Doruk haklı Savaş hoca görürse hemen sorguya çeker."
"Ranzadan düştüm ayağımı burktum deriz. Hadi hemen gidelim. Kitabı da yerine bırakalım baksana Savaş hoca sürekli gelip kontrol ediyormuş."
Herkes ayaklandı. Yağmurda kolumdan tutarak beni kaldırdı. Kolumu omzuna attım ve seke seke ilerledim. Berke önden gidip etrafı kontrol ediyordu. Doruk'ta beni diğer kolumdan tuttu ve Berke'nin peşinden gittik. Kütüphaneden çıkıp revire gittik. İçerde doktor her zamanki yerinde oturuyordu. Doruk ve Yağmur beni sedyeye bıraktılar. Doktor eldivenlerini geçirdi ve tekerlekli sandalyesiyle sürüklendi yanıma.
"Neyin var?"
"Ranzadan düştüm ayağım ağrıyor."
"Hmm. Bi bakalımm."
Ayağımı kurcaladı biraz.
"Böyle ağrı varmı?"
"Yok."
"Böyle?"
"Yok"
"Böyle varmı?"
"AAAAAA!!"
"Tamam anladım böyle var."
Tekrar kendini sürükledi ve eldivenlerini çıkardı. Bilgisayardan bişeyler baktıktan sonra ayağıma bi makina tuttu. Daha sonra bana döndü ve:
"Liflerin zedelenmiş. İki gün yerinden kalkmadan yat. Müdürden de izin al. Derslere girme."
Önce ayağıma sargı sardı. Daha sonra bi kağıda bişeyler karaladı ve bana uzattı.
"Al bunu Savaş Beye ver."
Kağıdı alıp çıktık. Savaş hocanın kapısının önüne geldik. Tabi ben doktorun verdiği değneklerle geldim. Yağmur kapıyı çaldı. Savaş hoca 'giir' dedi. Yağmur kapıyı açtı ve bana yardım ederek içeri yöneldi. Savaş hoca yerinden fırladı ve yanıma geldi. Adamın gözüne sokar gibi kağıdı uzattım. Alıp okudu.
"Ayağına ne oldu?"
"Önemli bişey değil. Liflerim zedelenmiş sadece. Bi kaç güne geçer."
"Tamam. Peki nasıl oldu?"
"Ranzadan düştüm ve ayağımı burktum."
"Tamam. Üç gün izinlisin."
Kafamla onayladım ve kapıya yöneldim. Yağmur kapıyı açtı tam çıkıyordum Savaş hoca arkamdan seslendi:
"Daha dikkatli ol!"
Hay Allahım yaaa! Sanki bilerek düştük. Umursamadan dışarı çıktım. Tabii Yağmurda peşimden geldi.
~~~~~~~~~~~~~~~~~
Offf dün akşamdan beri aklımda acaba benim gücüm ne? Yanii tamam ateş çıkarmış olabilirim ama o zaman elimdeki o serinlik, hava neydi?
Savaş hocada yanii söylese ne olur sanki? Gıcık yaa adam bildiğin gıcık! Zaten bizimkilerde derste canım sıkılıyoooorrrr!!!! Acaba Savaş hocanın yanına gitsemde şunu bi düzgünce öğrensemmi??Diye düşünmeme fırsat kalmadan kendimi kapının önünde buldum. Tereddütle gidip gitmemek arasında yavaş yavaş Savaş hocanın odasına yöneldim.
Kapıyı çalıcakken içerden bağrışma sesleri geldi. Bu Savaş hocanın babası. Kapı açık konuşuyorlardı. Tam kapıyı çalıcaktım ama bi duyduğum sözle yerime sabitlendim:
"NEDEN DAHA ÖNCE BENİM TORUNUM OLDUĞUNU SÖYLEMEDİN?!!"
Torunummu dedi o?!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FANTASTİK OKUL
FantasyHayatım sıradan ve kötü bi (öz olmayan) aile ile kabus gibi geçerken bir sabah kapının çalması ve bir zarf ile tüm dünyam değişti artık hiçbirşey eskisi gibi değil ne o sürekli bağıran anne babaya nede sinsi gülüşlü kardeşe ihtiyacım var herşey bamb...