(Bölüm 7)

75 38 2
                                    


Oradaydı! 

Annem tam kapının önündeydi. Nasıl fark edemedim ben  onu? Tanrım çıldıracaktım. Yere düşen kutuyu toparlayıp, ayakkabı dolabına sıkıştırdım. Yerde duran ayakkabılarımı da ayağıma geçirdikten sonra dışarı çıktım. Bir sağa bir sola döndüm ama kimseyi bulamadım.

Eve girdim tekrar. Üzerime bir mont atıp, anahtarlıktan arabamın anahtarlarını aldım. Evin arka kapısından çıkıp, garaja koştum. Arabama atladıktan sonra yola çıktım. Merkez evine gidiyordum.

Yarım saat sonra, oradaydım. 

Şehrin tenha köşesinde, dağ evi gibi bir şeydi. Etrafı tamamen kapalı, kimlik kartı okutup, kişiye göre verilen özel şifreyle açılıyordu kapısı. Hafiften yağmur damlaları atmaya başlamıştı. 

Arabadan inip, kapının solunda bulunan kart okuyucuya, kimlik kartımı tuttum. Yeşil ışıkla tarandıktan sonra "Hoş geldiniz." dedi sesli rehber. "Lütfen parolanızı giriniz." 

Altındaki, sadece rakamlardan oluşan tuşlara "15876" rakamlarını tuşladım. 

Kapı açıldı. Arabama atlayıp içeriye park ederken kapı tekrar kapandı. 

Tanrım nefes alamıyordum!

Eve girdikten sonra karşımda, lakabı Da Vinci olan Serdarı gördüm. "Yardımına ihtiyacım var!"

--------

Bilgisayar odasına geçtik hemen. Masa başlarında işlerini yapan arkadaşlarıma kısa bir selam verdikten sonra Serdarı büyük ekran karşısındaki bilgisayarın başına oturttum. Bende yanına bir sandalye çektim. Bilgisayar ekranından saati kontrol ettikten sonra, "Bana bir saat önce bir kutu geldi. O saatte bizim eve bakan kameraya bağlanıp, o sırada telefon sinyali gelen herkesi teker teker kontrol edebilir misin?" diye sordum. 

Bana kısa bir süreliğine baktıktan sonra "İyi de Adal bunları yapmayı sende biliyorsun. Neden benden yardım istiyorsun ki?" dedi. Haklıydı. Bildiğim şeyler için yardım istemek saçma olabilirdi şuan ama benim için durum hiç de öyle değildi. "Elim ayağıma dolaşıyor. Her şeyi karıştırabilirim şuanda. Lütfen sadece yardım edebilir misin?" 

Elini havaya kaldırarak "Tamam sen sakin ol. Elimden geleni yapacağım şimdi." dedi ve bilgisayar ekranından, -İstanbul'un mobese kamerası- programına tıklayıp, bizim evin adresini yazdı. O anda orada olan bütün kameraların kayıtları büyük ekranında sıralı bir biçimde açıldı. "Bizim eve direkt bakan kameraya bakmamız lazım. Büyütelim o görüntüyü." dedim. "Tamamdır." dedikten sonra görüntüyü büyüttü. Ardından bir saat önceki verilere ulaştı. O sırada ben daha yeni eve girmiştim. "Dur bir dakika." dedi ve başka bir kameranın görüntüsüne bağlandı. "Sen eve girdikten sonra, araba farları yansıyor. Baksana."  eliyle gösterdi. Gerçekten de öyleydi. Diğer kameradan, tam bizim evin önünde durmuş olan arabaya baktık. Siyah Mercedes model araba. "Plakasını alalım." dedim. Görüntüyü yakınlaştırdık ama plakası yoktu. 

"Neden?" diye sordum. "Neden böyle bir şey yapsın ki?" 

Serdar yüzüme baktı yine. "Kim?" diye sordu. Ama söylemeye niyetim yoktu. Bütün hayat hikayemi biliyorlardı. İnanmayacağını düşündüm. Yine geçirdiğim nöbetlerden biri olduğunu zannetmesinden korktum. "Boş ver. İzlemeye devam edelim." dedim konuyu kapatma edasıyla. Ekrana çevrildi tekrar gözlerimiz. İki görüntüye de odaklanmıştık. 

Arabanın kapısı açıldı sonunda. Arabanın camı siyah filmle kaplandığı için, içini göremiyorduk. İçimi heyecan sardı. Bir şey uzandı arabadan. Beklemeye daha fazla gücüm yoktu. "Hadii!" dedim dişlerimi sıkarak. "Çık artık dışarıya!" diye bağırdım.

"Sakin ol." dedi Serdar endişe ile ama bunun benim için önemini bilmiyordu. 

"Olamam!" dedim.

"Şuna bak?" dedi elini uzatarak. Gördüğüm görüntüyle hayal kırıklığına uğradım. "Ama bu.. Bu... Sadece küçük bir çocuk!" dedim hayıflayarak. "Annem olduğunu düşünmüştüm." 

"İzle." dedi serdar. "Görüntüyü yakınlaştır. Çocuğun yüzünü görmek istiyorum." 

Yakınlaştırdı ama çocuğun kafasındaki yeşil şapka, yüzünü kapamıştı. "Görünmüyor." dedi. 

"Serdar o sırada orada olan tüm telefonların sinyallerine bak. Mahallelinin dışında gelen bir sinyal yakalamaya çalış. Lütfen." dedim hayal kırıklığıyla. O olmasını neden bu kadar çok istedim bilmiyorum ama o olmalıydı.

"Çok şaşırtıcı." dedi. Gözlerimi bilgisayarın ekranına çevirdim. O sırada, gelen sinyalleri engelleyen bir sistem kullanılmıştı. Eğer o sistem arabadaki kişiler tarafından kullanılıyorsa, araba gittikten sonra sistemin görünürlülüğü de kaybolacaktı. "İlerlet." dedim. O sırada küçük çocuk elindeki kutuyu kapının önüne çoktan bırakıp arabaya doğru koşmuştu bile. Ama araba orada bir saniye bile durmadı. Çocuğu alır almaz hızla uzaklaştılar. 

Ve sistemin görünürlülüğü ortadan kayboldu. 

"Sistemin görünülmezliğini bozabilir miyiz?" diye sordum. Güldü. 

"Bakalım parmaklarıma ve kıvrak zekama ne kadar dayanabilecek." dedi parmaklarındaki kıkırdakları oynatırken. "Güveniyorum sana. Bunu biliyorsun." dedim omuzuna dokunarak. 

Hemen ardından Serdarın telefonu çalmaya başladı. Egeydi arayan. Elimi başıma götürdüm. 

"Kahretsin haber vermeyi unuttum!" diyerek kızdım kendime. "Açıyorum." dedi Serdar. Tam açacakken aldım elinden. "Bu olanlardan haberi olmayacak. Barış hastaneden çıkana kadar. Lütfen aramızda kalsın." dedikten sonra telefonu açtım. 

"Adal orad-" diye açarken telefonu sözünü kestim. "Buradayım." 

"O zaman hemen eve dönüyorsun. Asu ninem hiç iyi değil!" dedi ve telefonu kapadı..


SAYDAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin