Bölüm 10 (Gerçekler)

64 39 2
                                    



Her şey yoluna girmeye başlamıştı ya da ben öyle sanıyordum bilmiyorum. Şüpheleniyordum ama yine de güzel gidiyordu. Dün aramızda topladığımız paralarla fakir bir aileye para yardımı yapıp, buz dolabını ağzına kadar doldurmuştuk. Hedefimiz daha fazla insana ulaşmaktı elbette. 

Çünkü birilerine yardım etmenin verdiği his mükemmel bir şeydi. Hayat doluydu ve bu hayatı iyiler iyileştirecekti.

Camdan dışarıyı izlerken gülümseyerek kahvemi yudumladım. 

"Seni bu kadar gülümseten ne?" gözlerimi kapadım bir an. Ürkmüştüm. "Demek sessizce birileri beni izliyormuş." dedim Barış'a doğru dönerken. "Durduğun yerde bile fark yaratıyorsun ve bu fark için hiçbir şey yapmana gerek yok. Biliyor muydun?" duraksadım. 

"Benim gibi bir sürü insan olduğuna eminim." yavaşça bana yaklaştı. " Evet vardır ama benim tanıdığım sadece sen varsın."   diyerek burnumu sıktı. Aramızın tekrar güzel olmasına seviniyordum! Sarıldım. "İyileştiğin için çok mutluyum." dedim yanağıma omuzundaki kemik çıkıntısı batarken. Oda bana sarıldı. Gülümsediğini hissediyordum. 

O sırada kapının çalmasıyla birbirimizden uzaklaştık. Kalbime bir bıçak saplanıyor gibi hissettim. Evdeki herkesin anahtarı olduğunu biliyordum ve kapıyı çalan her zaman bir başkası olurdu. Bu yüzden tedirgin olmuştum işte. Kutu geldiğinden beri istemsizce korkuyordum. Barıştan kollarımı ayırıp aşağıya koştum. 

Sakin tutmaya çalışırken kendimi, kapıyı aralayıp yerdeki kutuyu görmemle her şey çöpe gitti. Dışarıya çıkıp etrafıma baktım ama kimseyi göremedim. "Kahretsin!" dedim kısık bir sesle bağırarak. Geriye dönüp, eve doğru yürürken Barış'ı elinde kutuyla gördüm içini açıyordu "Açma!" diye bağırdım ama Barış bana kulak vermeden kutuyu açtı. Tuhaf bakan gözleri bana çevrildi. Koşarak kutuyla beraber onu içeri doğru ittim ve bende girip kapıyı kapadım. "Kutunun üzerinde Adal'ım yazıyordu." dedi Barış. "İçinde de pembe bir çocuk süveteri." bana baktı anlam veremediğim gözleriyle. "Sen hamile misin?" diye sorunca kaşlarım çatıldı. "Saçmalama!" diye bağırdım ve kutuyu çektim elinden. 

"İmkansız..." diye hayıflandım. "Ama bu.. gerçekten imkansız." 

Barış kolumu tuttu. "İmkansız olan ne? Rengin bembeyaz oldu Adal." Gözlerine baktım. "Yukarı gel kimsenin duymasını istemiyorum." kafasını olumlu anlamda salladıktan sonra, benimle beraber teras manzaralı salona geldi. Olanı biteni anlattım. 

Ona ve kimseye anlatmadığım için sinirlendi ama bir şey söylemedi. "İmkansız diyordun aşağıda, neden öyle söyledin?" diye sordu ama ben cevaplamadan daha sorusunun üzerine ekledi. "Eğer bunları gönderen kişi annen ise eşyalarının onda olması çok normal değil mi?" kafamı iki yana salladım. "Hayır çünkü, yetimhaneye geldiğimde üzerimde o vardı ve sonra bir daha görmedim." söylediklerim karşısında Barışta şaşırdı. "Annen seni görmeye gelmedi hiç bunu biliyorum. Seni uzaktan izliyor desem neden böyle bir şey yapsın? En önemlisi bu kadın seni bırakmış, eşyanı ne yapsın?" 

Kafamı iki yana salladım. Bilmiyordum ve bu beni üzüyordu. Beni kendine çekip sarıldı. "Biz bir aileyiz bunu unutma. Ne olursa olsun bizden bir şey saklama olur mu? Beraber çözüm bulabiliriz ve bu daha sağlıklı olur. Çünkü küçük bir çocuğun bu kutuları bırakıyor olması gerçekten çok saçma." haklıydı. 

Anlatmadığım bir şey daha vardı, Lang-hao. Adamın hiçbir suçu, günahı yokken benim yüzümden büyük hırpalandı.

Benden değilde bir başkasından duyarsa her şey daha kötü olabilirdi. Aramız daha yeni düzelmişken, bunu istemiyordum. "Barış.." dedim çekimser bir tavırla ama cesaretimi toplayarak lafa başladım ve o gün olanları anlattım.

Bunun sonu, benim üzerimde sıkı bir gözetim olacaktı. 

Bana baktı ve tam aksini iddia eden sözler söyledi. "Tehlikede olduğunu hissettiğin anda, haber verdiğin sürece sıkıntı yok. Sana güveniyorum." 

Şaşkınlıkla baktım ona. "Haberin olacak." dedim. Gülümsedi "Şimdi şu işi halledelim. Asu nine gelince, kıyafetlerin yetimhanede nereye koyulduğunu, kimin ilgilendiğini soralım." dedi. Olumlu anlamda kafamı salladım.

---------

Asu ninem akşamüzeri kızının yanından gelmişti. Kanepeye geçtikten sonra sorular sormaya başladım. "Asum, benim yetimhaneye geldiğim sırada üzerimden çıkan kıyafetlerin nereye gittiğini biliyor musun?" bunu neden sorduğumu anlamayan gözlerle sorguladı. "Havva teyzeniz igilenirdi bununla. Giyemeyeceğinizi düşündüğü kıyafetleri atardı, ya da yıkayıp kaldırırdı. Bilmiyorum pek fazla. Ona sorun isterseniz yavrum." dedi. "Adresi var mı?" diye sordu Barış. "Yetimhanenin karşısındaki kırmızı gecekondu da oturuyordu. Kime Havva Gözalan diye sorsanız gösterir zaten." 

İçimden bir ses bir şeyler bulabileceğimi söylüyordu. Asum'un yanaklarından öptüm. Barışa işaret yaptım ve montlarımızı alıp çıktık. Barışın omuzu hala tam olarak düzelmemişti. O yüzden arabayı ben kullanıyordum. 

Temden ilerlerken, telefonum çaldı. Arayan Enisti. Telefonu arabanın hoparlörüne bağladım. "Efendim Enis?"

"Saat kaçta gelmemi istersin?" diye sordu. Tam "Nereye-" diyecekken verdiğim akşam yemeği sözünü hatırladım. Bizimkilerle tanışmasını istemiştim. "Enis acil bir işim çıktı ben sana iki saat içinde dönerim olur mu?" ses gelmedi. "Tamam." dedi bozulmuş bir ses tonuyla. Telefon kapandı. Kendimi kötü hissettim. Verdiğim sözleri tutardım genelde. 

"Kim o?" diye sordu Barış. "Arkadaşım." dedim. "Sizinle tanıştırmak istedim." 

"Bizim bundan neden haberimiz yok?" 

Güldüm. 

"Benimde aklımdan çıkmış, görmüyor musun?" 

----------

Yetimhaneye bakmadan yürümeye çalışıyorduk. Burası, tüm o kötülükleri yaşadığımız yerdi. Buranın havası bile kaosluydu. Hızla ilerledik. Kırmızı boyalı gecekonduyu görünce, kapısına koştuk hemen. Zili çaldım birkaç defa. Sonra yavaşça açıldı kapı. Kafasında siyah başörtüyle çıktı Havva teyze. İlk tanımadı bizi. "Benim. Adal." dedim. Gözleri fal taşı gibi açıldı. İçeri geçip kapıyı kapamaya çalıştı ama ayağımı koydum kapıya. "Korkmana gerek yok. Bir şey soracağım sadece." dedim yavaşça kapıyı itekleyerek. "Ben bir şey bilmiyorum." dedi. Bu ses tonu bir şeyleri bildiğini gösteriyordu. 

İçeri girdim. "Lütfen Havva teyze. Benim için çok önemli." gözlerime baktı ve geri çekildi. Kapıyı kapatıp içeri girdik. 

Evde yoğun bir rutubet kokusu vardı. Bu beni bir miktar üzdü. 

Küçük salona geçip, sobanın yanında duran kanepeye oturduk. "Ne istiyorsun kızım?" diye sordu. "Yetimhaneye.." duraksadım. O an gözlerimin önüne serilmişti. "Yetimhaneye ilk geldiğimde üzerimde olan kıyafetleri çıkardığımda bir daha hiç görmedim. Pembe bir süveter  vardı. Onu hatırlıyor musun?" 

Gözlerini kaçırdı benden. Kesinlikle bir şeyler saklıyordu. "Ben nasıl hatırlayabilirim onca çocuğun arasında?" diye çıkıştı. "Hatırlıyorsun çünkü senden başkası veremezdi bunu." diyerek çantadan süveteri çıkardım. "Sen çıkardın bunu üzerimden." 

Bana baktı birkaç saniye ve bir şeyleri saklamanın bir anlamı olmayacağını düşünerek anlattı.

"O senin peşinden geldi o gün. Paraya ihtiyacım vardı. İstedi verdim. Özür dilerim." gözünden yaşlar süzüldü. "İstemeden birilerini üzüyorum." dedi. Kazağının kollarına gözlerini sildi. "Hayır beni tam tersine çok mutlu ettin. Teşekkür ederim." dedim yanına gittim elini öperek alnıma koydum. Sehpanın üzerine numaramı bıraktım. "Neye ihtiyacın olursa, ara beni. Çekinme. Tamam mı?"

----------

Bugün Annemin yaşadığına artık inanıyordum. Bunu o yapıyordu. Ama neden? Buna bir türlü  cevap veremeyecektim işte. 

SAYDAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin