"you feel too little and i feel too much."
|
"sen çok az hissediyorsun ve ben çok fazla hissediyorum."
-
Odamın kapısı çalındığında kulaklıklarımı çıkardım, zaten müziğin sesi oldukça kısıktı ve odaklanamıyordum bile. Kız kardeşim kapıyı açıp aradan kafasını uzattı, dudaklarında ufak bir gülümseme vardı.
"Ne istiyorsun?" diye sorduğumda somurttu ama buna rağmen kapıyı ittirip içeri girdi ve neden geldiğini anladım; ellerinde bir tepsi vardı.
"Sana yemek getirdim."
"Yemek yemek isteseydim beni çağırdığında gelirdim, Willow." dedim elimden gelen en ruhsuz ifadeyle cevap verirken. Aç değildim, zaten olmayan iştahım Dustin beni günler önce öylece bıraktıktan sonra iyice kapanmıştı.
"Hadi ama." dedi Willow yatağıma doğru yürüyüp bacaklarımın yanına otururken. "En son yediğin doğru düzgün şey neydi?"
Hafızamı zorlarken istemsizce somurttum, bu cevabından pek emin olmadığım bir soruydu. "Eh, pizza?"
"Pizza yiyeli üç gün oldu, Walter." diye cevapladı sakince, sesindeki annemsi yumuşak ton sinirlerimi bozdu ve alışık olduğum, istemsizce Dustin'den kazandığım ruhsuz ifadeye son verip Willow'a somurtarak baktım. Dustin hakkında düşünmekten vazgeçmeliydim.
"Yediğim yemeklerin çoğunu hatırlamıyorum." diye geçiştirmeye çalıştım ama dudaklarını büzerek iç çekti.
"Yemediğin şeyleri hatırlaman mümkün değil zaten." dedi tepsiyi kavrayan parmakları gevşerken. "O pisliğin buna değmediğini biliyorsun. Kendini aç bırakmana, üzülmene, herhangi bir şeye değmez."
"İnan bana, bunu hepinizden daha iyi biliyorum." dedim kollarımla yattığım yerden yükselip sırtımı yatağın başlığına dayayarak otururken. Dustin'in birkaç gün önce aynı yerde böyle oturduğunu düşününce ensemden sinir uçlarıma bir titreme yayıldı.
"O zaman kendine bunu yapma." dedi ve sesindeki ince zehri seçebildim, ama karşılığında sarkastik bir cevap vermek için fazla yorgundum. Bunların tüm sebebinin Dustin olmadığını ona söylemeliydim belki de, ama yapacağı tek şeyin beni hastaneye götürmek olacağını biliyordum ve istediğim şey bu değildi. Hastaneye gitmeyi, insanların bana yargılayan gözlerle bakmasını, kendimi isteyerek kusturacak kadar zavallı olduğumu görmelerini istemiyorum. İsteyerek kısmı artık doğru olmayabilirdi, ama engellemenin tek yolu tedaviydi ve bu yoldan geçmek istemiyordum. Şu durumda kendimi aşağılamaktansa ölmeyi tercih ederdim.
"Aklıma geldikçe yemek yiyorum." dedim sessizce, tepsideki tabaklara bakarken. Gözlerim oldukça kuru görünen salatanın, bir bardak sütün ve çikolatalı kek dilimlerinin arasında gezindi.
"Willow, vegan hayatından bir gıdım anlamıyorsun." dedim istemsizce yüzümü buruştururken, canım salata istemiyordu ve kesinlikle kek yemeyecektim.
"Annem sütü zorla koydu!" diye çıkıştı. "Yiyip yemediğin şeyleri biliyorum!"
"Hayatımı salata yiyerek geçirmiyorum."
"Keklerin oldukça vegan olduğuna eminim." dedi ve bardağa uzandı, sütü tek dikişte içerken dudağımı ısırarak onu izledim ve boğazıma yükselen iğrenç tattan kurtulmaya çalıştım. Boş bardağı tepsideki yerine koydu. "Mutlu musun?"
"Annem ne zaman çikolatalı keki vegan yapar ki?" diye sordum bakışlarımı tepsiden çekerken, sütün bardaktaki beyaz kalıntılarına biraz daha bakarsam kusacaktım.
"Soya sütüyle yaptı. Çok lezzetli değil ama idare eder, sanırım." dedi çikolatalı kek tabağını bana doğru ittirirken. "En azından bir tane? Lütfen? Benim için? Aç kalıp ölmediğinden emin olmak istiyorum. Kekte yumurta da yok."
İç çektim ve bir dilim keki tereddütle tabaktan alıp ısırdım, Willow bana umutla bakıyordu. Yumuşak kahverengi gözlerinin ardındaki tehdit dolu bakışları sezebiliyordum, bu yüzden hızla keki bitirdim ve zorla yutkunarak midemdeki ani doluluğun araya girmemesini sağlamaya çalıştım.
"Mutlu musun?" dedim gülümsemeye çalışırken.
"Evet, teşekkür ederim. Bundan sonra daha çok yemek yediğinden emin olacağım. Zaten hastasın, Walter." dedi ve bir an bildiğini sandım, ama beynim hızla toparladı ve bahsettiği hastalığın kansızlık olduğunu zor da olsa fark ettim.
"İyi olacağım." ona zayıf bir gülümseme sunduğumda dişlerini göstererek sırıttı ve eğilip yanağımı öptü. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürürken onu izledim, beynim ani sigara ihtiyacıyla bulutlanmıştı.
"Sabah görüşürüz." dedi Willow kapının yanından bana bir öpücük atarken, gözlerimi devirdim ama öpücüğü 'yakaladım' ve avcumu yanağıma yerleştirdim. "İyi geceler, Walt."
"Sana da, Emily." dedim istemsizce sırıtırken. Willow oldukça abartılı bir şekilde iç çekti ve kapıyı arkasından çarparak kapattı. Odadan çıktığı an sigara paketime uzandım ve içinin boş olduğunu fark ettim, kahretsin.
Vücudum, yatakta kalmanın rahatlatıcı uyuşukluğu ve nikotin ihtiyacının iğrenç nefes kesiciliğiyle baş başa kalmıştı ve bir karar vermem gerekiyordu. Tıpkı Willow'un yaptığı gibi dramatik bir şekilde iç çekerek yataktan kalktım ve birkaç saat önce yere attığım siyah ceketime uzanıp üstüme geçirdim, kıyafetlerimi değiştirmek için fazla üşengeçtim.
Ön kapıdan çıkıp babamın soruları altında kalmaktansa balkondan dışarı tırmanmayı seçtim ve zorla da olsa bahçeye indiğimde, şeklimi ne kadar kaybettiğimi fark ettim. Ellerimi ceplerime soktum, parmaklarım tercihen sigara olan bir şeyi kavramak için bekliyordu.
Biraz hava almak da iyi gelebilirdi, ayrıca.
-
bir şey çok yanlış, çok çok yanlış hissettiriyor. ne bilmiyorum, neden bilmiyorum, ama bir eksiklik var ve bunu doldurmak için ne yapacağımı bilmiyorum. nefes alırken zorlanıyorum, geri dönmek istemiyorum, umarım sabah her şey daha iyi olur. şu anlık, daha sonra görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
winter |bxb
Short Story16 yaşınıza bastığınızda vücudunuzda sonsuza dek teninizin ve ruhunuzun parçası olacak isim, ruh eşinizin ismi belirir. walter thornton'ın ruh eşi, dünya üzerinde ona en çok acı çektirecek kişiydi. ♂+ ♂ [soulmate au]