🥀
Kesinlikle tıp okumayacaktım. Gerçi kazanabilecek kadar başarılı olduğumu da sanmıyordum.
Son birkaç yılda hastaneye o kadar çok gelmiştim ki, gelecekteki mesleğimin hastanede geçen bir meslek olmasını kaldıramazdım.
Bu düşüncem bencillikten başka bir şey değildi, farkındaydım. Belki de benim yerimde başkası olsa hastanedeki doktorları izler, onlar gibi olmayı hayal ederdi. Onlar gibi hayat kurtarmayı isterlerdi, benim gibi hastaneye adım atmamayı değil.
Arabadan indikten sonra annemin yanıma gelmesini bekledim, annem de arabayı kilitledikten sonra birkaç saniye içerisinde yanıma ulaşmıştı. Hastanenin bahçesine girdikten sonra ağır adımlarla hastaneye yürümeye başladık, artık buraya gelmem hayatımdaki bir rutin hâline gelmişti.
"Kontrolüne daha yarım saat var..." diyerek söze başlayan annem ile gözlerimi ona çevirme ihtiyacı duymadan yürümeye devam ettim. "İstersen öncesinde kantine gidebiliriz."
Sadece başımı sallamakla yetindim. Hâlim yoktu, gerçekten hiç hâlim yoktu.
Ağır adımlarla hastaneye girdiğimizde annem kontrolüm için gerekenleri hallederken boş bir duvara yaslanarak onu bekledim, sonrasında da kantin zemin katta olduğundan sessiz bir şekilde kantine doğru yürümeye başladık.
Hastanenin içerisindeki ölüm sessizliği insanın canını sıkıyor, biraz da olsun korkutuyordu.
Kantine girdiğimizde etrafta göz gezdirme gereği bile duymadan en yakınımdaki boş bir masaya kendimi atmıştım, annem de çantasını masanın üzerine koyarken karşımdaki sandalyeye oturdu.
"Yiyecek bir şey ister misin?"
Başımı iki yana salladım. Annem sıkıntılı bir nefes çektikten sonra çantasının içerisinden cüzdanı çıkardı. "Ben birkaç atıştırmalık alacağım."
Annem yanımdan uzaklaşırken ellerimi masaya koyarak başımı masaya gömdüm. Gözlerimi kapattığımda, içimden sadece uyumak geliyordu. Sadece uyumak, sonsuz bir uykuya dalmak istiyordum.
Bugün günlerden salıydı, birinci dönemin son haftasına girmiştik. Dün Kerem'i okulda görememiştim, bugün de okula ben gitmemiştim; yani onu dört gündür görmüyordum. Hayat bazen beklenildiği gibi olmuyordu, buna zaten alışmıştım.
Masada birkaç hareketlenme olduğunda annemin geldiğini anladım fakat başımı kaldırmadım. Kontrol saatime kadar biraz dinlenmek istiyordum, birazcık uyusam pek de fena olmazdı.
"Başak," Annemin seslenmesiyle başımı kaldırmak istedim fakat kaldıracak gücüm vücudumdan çekilmiş gibiydi, annemin sandalyeye oturduğunu hissederken masadaki çantasını aldığını da sesinden anlamıştım. "Şu masa oturan çocuk geçen seni hastaneye getiren çocuk değil mi?"
Başımı kaldırıp gözlerimi anneme diktim.
Gücü yokmuşmuş.
"Hangi çocuk? Hangi masa?"
Annem gözleriyle bir yeri işaret ettiğinde gözlerimi hızlıca gösterdiği yere çevirdim.
Metrelerce uzaktan belli olan yorgun vücudu, dağınık saçları, mor göz altları ve yorgun ruhuyla Kerem arka masamda oturuyor, önündeki kahve bardağına boş bir şekilde bakıyordu.
"Anne..." diye mırıldandım. "Ben birazdan geliyorum..." Ayaklandığımda annem sadece başını sallayıp gülümsemekle yetindi. Hâlsiz adımlarla yanına ilerledim, masasına ulaştığımda ise sessizce birkaç saniye arkasında bekledim.
Buradaydı, dağılmış bir hâlde hastanedeydi ve ben onu ilk defa bu şekilde görüyordum.
Derin bir nefes alarak yanındaki sandalyeyi çektim ve yavaş bir şekilde oturdum. Onu gördüğümdeki heyecanım bile vücuduma güç verecek durumda değildi.
Gözlerini soğuttuğu, dolu kahve bardağından önce gövdeme, sonrasında da yüzüme kaldırdı. Yorgun gözleri, yorgun gözlerimle buluştuğunda, "Başak?" diye mırıldanmakla yetinmişti.
Bir şey demedim, diyeceğim bir şey yoktu. Neler olduğunu merak etsem de, ona dargın olsam da tek yapmam gereken şey ona destek olmakmış gibi hissediyordum.
Onun da görebileceği şekilde sandalyeyi geri çektim, kırmızı gözleri hareketlerimi takip ediyordu. Sandalyeden kalktıktan sonra acı bir gülümsemeyle kollarımı iki yana açtım.
Şu anda onun ihtiyacı olduğu şeyin sarılmaktan fazlası olduğunun farkındaydım, fakat elimden en fazla bu gelirdi.
Belki on, belki yirmi saniye kadar sadece beni izledi. Kollarımı indirmeden, yüzümdeki gülümsemeyle onun kollarımın arasına girmeyi bekliyordum.
Zaten son üç yılım onu beklemekle geçmişti. Buradaki sessiz geçen birkaç saniye, üç yılın yanında hiçbir şeydi.
Ayağa kalkmasıyla kollarının vücudumu sarması bir oldu. Uzun bedeni, küçük bedenimi sarmaladı ve yüzünü saklamak istercesine omzuma gömdü. Ellerimi omuzları üzerinden ensesinde birleşirken onun kolları ince belimi sarmıştı.
Boğuk bir şekilde, "Annem..." diye mırıldandığını duydum, devam etmesine izin vermeden bir elimi saçlarına attım ve gözlerimdeki yaşları engellemeye çalışarak saçlarını okşadım.
O gün ilk defa, birisinin yaralarını sardığımı hissettim.
Ve o kişi, ruhumdaki yaraların sebebiydi.
🥀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anlat Ona | texting
Short StoryUmut yoktu, sevdiğim. Bu hikâyede kendini feda eden karakter bendim; ruhen de, bedenen de. Umut yoktu; hislerim için de, yaşamam için de. 0531...: Sen... 0531...: Sen benim kimseyle paylaşamadığım, kalbimin kırık bir yerinde sakladığım şarkısın. 053...