Unknown: Hey Park Jinyoung, kapının önündeki kutu senin için.
Jinyoung mesajı birkaç kez daha okuyup kaşlarını çattı. Yavaşça koltuktan kalktı ve topallayarak kapıya doğru yürüdü. Hastaneden sadece bir ay önce çıkmıştı. Ona kimin çarptığını hala bulamamışlardı. Sanki vuran adam da, araba da kaybolmuştu. Tanımadığı numaralara genelde aldırmazdı ama numara kapısının önünde bir kutu olduğunu söylüyordu ve...Jinyoung meraklının tekiydi. Kapıyı açtı ve ayaklarının ucundaki kutuya baktı. Derin bir nefes alıp ağrısına rağmen eğildi ve kutuyu kavrayıp içeri girdi. Eski yerine dönüp kutuyu da oturduğu yerin hemen önünde olan alçak kahve masasının üstüne koydu. Kutuyu dikkatlice açtı ve içine baktı. Köpükle doluydu. Mor...ve mavi köpükler. Elini yavaşça köpüklerin arasına daldırıp aramaya başladı. Bundan ibaret olamazdı değil mi? Eline gelen kağıtları sıkıca kavradı ve elini çıkardı. "İşte..." Mırıldanıp kağıtlara göz gezdirdi. Bir polaroid ve bir mektup.
Jinyoung polaroide bakıp kaşlarını çattı. Onun ve Jaebum'un gülümsediği bir fotoğraf...basketbol üniformasıyla. Kendi kendine mırıldandı. "Basketbol mu oynuyormuşum?" Gözlerini fotoğrafta gezdirdi. Jaebum kollarını sıkıca Jinyoung'un beline sarmıştı ve çenesini omzuna koymuştu. Jinyoung ellerini onunkilerin üstüne koymuştu. İkisi de gülümsüyordu. Jinyoung'un yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
Jaebum'u çok seviyordu.
Kendi kendine düşünürken yanakları kızardı ve başını sağa sola sallayıp kutunun içinden çıkan diğer, katlanmış kağıdı açtı. Bir mektuba benziyordu. Eski gözüküyordu. Yavaşça açtı kağıdı ve derin bir nefes aldı.
Merhaba Jinyoung. Bugün okulun son günü. Lise ikinci sınıfı bitirdik. Sen ve ben. Aynı sınıflarda. Sen benden bir haberdin...oysa ben her gün sırf seni fazladan birkaç saat görebileyim diye senin kaldığın derslerden kalıp durdum. Her neyse...dramatize etmeme gerek yok. Seni seviyordum, sen ben varlığımdan habersizdin. Sana tüm gün bakmak sapıklık olacağından. Ben de her gün fotoğrafını çektim.
Fotoğraflarına her gün bakmak sapıklık sayılır mı bilmiyorum ama güzel yüzünden gözlerimi alamadığım bir gerçek. Sana olan sevgim asla azalmayacak biliyorum ancak yavaş yavaş alışacağım sevilmemeye. Artık acı çektirmeyecek beni görmemen. İşte o zaman. Tüm bunlardan emin olduğumda, sana fotoğraflarını vereceğim. Ki onlara bakıp tekrar yüzünü hatırlamayayım, simsiyah gözlerin ve pembe dudakların beni başka dünyalara taşımasın, seni unutayım ki canım daha çok yanmasın. Beni görmeni dilerdim ama boş dilekler sadece filmlerde tanrı tarafından duyulup gerçek olur.
Ne yazık ki ben bir filmde değilim. Göz boyamayı keseceğim. İşte ilk fotoğrafın.
Sen ve Im Jaebum. Evet. Evet lisedeki sevgilin olan.
Buradan sonra düzgün ve özenle yazılmış el yazısı düz bir yazıya çevriliyordu. Kalemin mürekkebi solmamıştı. Son satırların yeni yazıldığı belliydi.
Gördüğüm kadarıyla hala öyle. Umarım mutlu olursunuz. Bu fotoğrafları ve mektupları ona gösterme. Yoksa bir sonraki fotoğrafı asla göremezsin. Onları sen görmeden götürür ve yakar. Çabuk iyileş Jinyoung...hatırlaman gereken çok şey var.
-Sağ tarafta en arkada oturan çocuk
Jinyoung kağıda bakıp iç çekti. Bu çocuk...onu lisede seviyormuş ve şimdi aniden ona fotoğrafları gönderme kararı almış. Belki de bu anı bekliyordu diye düşündü Jinyoung. Böyle özel bir an. Belki de hafızamı kaybettiğim için bir şeyler itiraf etmek onun için kolaylaştı. Arka sırada oturan o çocuk...kimdi o? Ayağa kalktı ve topallayarak çalışma odasına gitti. Jaebum'a söyleme isteği, onu bulma isteğini bastırmıyordu. Hatta yanından bile geçemezdi. Diğer kutu için bekleyecekti. O çocuğu bulacaktı ve geçmişini hatırlayacaktı.
~~~~~~~~~~~~~
💚
-Light
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thirty day love letters
FanfictionUnknown: Hey Park Jinyoung, kapının önündeki kutu senin için.