Jackson elindeki zarfı gerginlikle inceledi. Mark biraz önce gitmişti. Ona zarfı verdikten sonra birileri aramıştı. Jackson onu pek dinlemedi, kafasını daha meşgul eden şeyler vardı. Bacaklarını kendine çekip mor zarfa tekrar baktı. Ona böyle bir şey göndermesi...çok imkansız geliyordu. Eski zamanlar hatrına gelince dudakları küçük bir gülümsemeyle burkuldu. Her gün...Her gün onu görüp daha çok acı çekiyordu. Yine de her gün okula giderken içindeki o minik heycanı bastıramıyordu.
"Belki de bugün benimle konuşur Mark!" Mark gülümsedi ve Jackson'ın saçlarını karıştırdı. "Belki de...konuşur Seun-ah." Jackson'ın omuzları hafif düştü ve yüzü birkaç saniyeliğine asıldı. "Konuşmazsa bile...yarın için her zaman umut vardır değil mi?" Mark ona boş umutlar vermekten nefret ediyordu. Ama onu üzmekten daha çok nefret ediyordu. Yavaşça başını sallarken Jackson'a gülümsedi. "Tabi ki vardır! Seni fark edecek Jackson. Biraz zaman alması normal. Birden olacak değil ya!"
Jackson kendi kendine gülüp mırıldandı. "Yedi yıl...gerçekten biraz zaman aldı." Elindeki zarfı çevirmeyi bıraktı ve yavaşça açtı. Derin bir nefes alıp içindekileri çıkardı. Bir fotoğraf ve katlanmış bir kağıt vardı. Fotoğrafı eline aldı ve yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Jinyoung, Jackson'ın ona gönderdiği fotoğrafı bir eliyle tutmuş, aynı onun gibi poz vermişti. Sınıfın aynasından gülümsediği gözüküyordu. Gri bir kapşonlu ve siyah bir kot pantolon giymişti. Jackson yüzünü görmese de mırıldandı. "O kadar güzelsin ki..." Fısıldayarak konuşuyordu, sanki tam karşısında da duyacakmış gibi. Fotoğrafı elinden bırakmadı ve diğer eliyle katlanmış olan kağıdı açtı.
Merhaba...
Böyle şeyleri yazmada çok iyi değilim. Ama bu başka şansım olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Ben...Jinyoung. Park Jinyoung. Bir ay kadar önce bir trafik kazası geçirip hafızamı kaybettim. Uyandığımda yanımdaki tek kişi Jaebum'du. Seni suçlamıyorum...lütfen beni yanlış anlama. Sadece başından beri tek konuştuğum kişi Jaebum sanıyordum. İlk mektup elime geçtiği zaman bir şaka falan zannettim. Jaebum ve benim fotoğrafım...bu Jaebum'un yaptığı bir şaka olabilirdi. Sonra notu okudum ve şunu söylemek istiyorum ki...aptalın teki gibi hissettim. Sevgini görmezden geldiğim için...
Gün geçtikçe bana olan sevgini, verdiğin değeri anlatman hoşuma gitmeye başladı. Keşke bunu çok önceden fark edebilseydim. Bunun yanlış olduğunu biliyorum. Ben evli biriyim. Başka insanlara böyle duygular besleyemem...beslememem gerekiyor. Ama hoşuma gidiyor işte! Yazdıkların kendimi değerli hissetmeme sebep oluyor.
Senin için o okula gidip duruyorum. İnsanlar beni orada okuyor falan sanacaklar! Son gidişimde güvenlik görevlisi beni tanıdı! Bu umrumda değil gerçi...Seni bulana kadar durmayacağımı bil istiyorum.
Beni bu kadar seviyorsun madem... Neden benimle yüz yüze konuşabilecekken bu mektupları yazıyorsun? Daha adını bile bilmiyorum...
Seni tanımak istiyorum. Hayatıma mektuplarla girip çıkan biri olmanı istemiyorum. Benimle buluşmanı istiyorum. Yüz yüze bakıp konuşmamızı, bana geçmişle ilgili her şeyi anlat istiyorum...
Beni sevdiğini yüzüme söylemeni istiyorum...geç kalırsan beni sonsuza kadar kaybedeceksin. Bunu istemezsin değil mi..? Seni bekliyor olacağım...
Park Jinyoung
Jackson derin bir nefes alıp kâğıdı geri katladı ve kafasını geriye atıp gözlerini kapattı. Onu tabi ki kaybetmek istemiyordu...ama blöf yapmadığını nereden bilecekti? Belki de sadece meraktan...başını sağa sola salladı. Jinyoung insanların duygularıyla oynamazdı. Telefonunu açıp Mark'ı aradı.
"Hey...onunla buluşacağım."
~~~~~~~~~~~~~
Sınavlardan nefret ediyorum.
💚
-Light
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thirty day love letters
FanfictionUnknown: Hey Park Jinyoung, kapının önündeki kutu senin için.