"Jinyoung'dan haber var mı?" Mark başını sağa sola salladı. "Yok...az önce sordun ya Jackson.." Jackson ofladı. "Mark ya ona bir şey yaptıysa? Yanına gitmem gerekiyor." Mark güldü. "Hatta eve girmeden önce kapıyı çal. Belki Jaebum'la bir bardak kahve içersiniz." Jackson başını sağa sola salladı. "Dalga geçmesene...Üç gün oldu." Mark onu koltuğa çekip sarıldı. "Biraz sakinleş lütfen...bir şey olsaydı seni arardı zate-" Telefonu çalmaya başladığında Jackson aniden yerinden kalkıp telefona koştu.
"Alo?" "Jackson." Jackson kaşlarını çattı. "Jaebum?" Mark yerinden kalkıp yanına gitti. "Ah...sesini tekrar duymak sinir bozucu." Jackson göz devirdi. "Bu akşam dokuz'da, Victoria Peak'te buluşalım. Gelmemek gibi aptalca bir şey yapmazsın diye düşünüyorum. Seni tepede bekliyor olacağım." Jackson o kapamadan önce dikkatini çekmek için yüksek sesle konuştu. "Hey! Hey bekle! Saat dokuz'da Victoria Peak kapanmış oluyor." Jaebum sanki ona komik bir şey söylenmiş gibi güldü. "O zaman başka bir yol bul Jackson. Her zaman bulmuyor musun zaten? Hep bulursun. Şerefsiz herif." Telefonu kapattığında Jackson ofladı.
"Ne olmuş?" Jackson cevap vermeyince devam etti. "Jackson! Jackson Ne olmuş?!" Jackson, Mark'a dönüp başını sağa sola salladı. Ona konuştuklarını anlattı. "Ne yani..? Gidecek misin?" Jacskon başını hızlıca salladı. "Tabi ki gideceğim! Jinyoung'a bir şey yapmasını göze alamam!" "Ona bir şey olmayacak! Biraz sakinleşir misin? Jaebum onu seviyor...Ona neden zarar versi-" "Ona kaza yaptırdı Mark." Mark dudaklarını birbirine bastırdı ve derin bir nefes aldı. "Ne zamandı?" "Saat dokuzda." Başını salladı ve ona sarıldı. "Her şey düzelecek Seun-ah.."
~
Jinyoung yerinde kıpırdandı ve ağzından bir inleme daha çıktı. Canı çok yanıyordu. Bileklerindeki kelepçeler derisini tahriş etmişti ve sürtündükçe daha çok acıyordu. Jaebum o gece gelmiş ve onu asla terk edemeyeceğini bir kez daha anlatmıştı. Jinyoung onunla tartışmaya çalışınca da onu yatak odasına kitlemişti. Kapıyı açmaya çalıştığını anlayınca da onu bir sanldayeye bağlamıştı. Ona yemek ve su getiriyor, tuvaleti geldiğinde de tuvalete götürüyordu. Jinyoung böyle olabileceğini hiç düşünmemişti. Hiç iyi hissetmiyordu. İki gündür uyumamıştı. Başı ağrıyor, gözleri yanıyor, bilekleri sızlıyordu. Jackson neredeydi? Ona ihtiyacı vardı. Çok yalnız hissediyordu.
Yerinde tekrar kıpırdandı. Acıyı unutmaya çalışıyordu. Sağa sola sallandı ve dengesini kaybedince sandalyeyle birlikte sağa doğru yığıldı. Debelendi ve ellerini ayırmaya çalıştı. Ayıramadığını fark ettiği zaman pes etti. Bir süre öylece uzandı. Ona doğru gelen kediyi görünce burnunu çekti ve gülümsedi. "Hey Nora...Nasıl gidiyor?" Kedi miyavlayıp yanına yattı ve onu izlemeye başladı. "Ben maalesef iyi gitmiyorum... Babanın deli olduğunu öğrendim..." mırıldanıp tekrar burnunu çekti. "Keşke bana yardım edebilsen..." Nora, Jinyoung'a sürtünüp miyavladı. "Ahh yapma şu an hiç zamanı değil..." Tekrar sürtündüğünde onu yavaşça vücuduyla itmeye çalıştı.
Nora, Jinyoung'u şaşırtarak minik patilerini bir silah olarak kullandı. Bacağını tırmaladığını hissettiğinde Jinyoung bağırdı ve ayaklarını savurdu. Nora miyavlayıp ona boş boş baktıktan sonra yere oturdu. Jinyoung birkaç saniye onu izledikten sonra aniden ayaklarına ve gevşek iplere baktı. "Tanrım...Tanrım, tanrım, tanrım!" Ayaklarını biraz daha hızlı savurdu ve ip biraz daha gevşedi. Ayaklarını ipten çıkardığında derin bir nefes aldı. "Ahh Nora...teşekkür ederim!" Kedi tekrar miyavlayıp kendini yalamaya başladı. Jinyoung üç gündür ilk defa içten bir şekilde güldü.
Ayağa kalkıp komidinin üzerindeki telefona yavaşça uzandı ve telefonu yere doğru attı. Telefonunda kilit yoktu. Jaebum kilide gerek olmadığını söylemişti. Göz devirip telefonu ayak parmağıyla açtı ve Mark'ın numarasını bulup onu aradı.
Mark uyuya kalmıştı. Jackson ise boş boş düşünüyordu. Jinyoung'a ne olmuştu? İyi miydi? Jaebum Ona bir şey yapmış mıydı? Saate bakıp ofladı. Jaebum arayalı üç saat olmuştu. Telefon elinde titremeye başladığında gözleri korkuyla büyüdü. Jinyoung'un aradığını gördüğünde ise kalbi hızla atmaya başladı. Telefonu hemen açıp kulağına götürdü. Ya Jaebum'sa? "A-alo?" "J-jackson?" Jackson onun sesini duyunca gözleri aniden dolmuştu. Mark'ı dürttü. "H-ha?" "Jinyoung arıyor!" Mark doğrulup gözlerini ovaladı ve Jackson'a baktı.
"Ç-çok zamanım yok Jackson...beni buradan çıkarman gerek. Birazdan gelecek ve beni böyle görürse...bir daha görüşebileceğimizi sanmıyorum...Kimseyle görüşebileceğimi sanmıyorum."
~
💚
-Light
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thirty day love letters
FanficUnknown: Hey Park Jinyoung, kapının önündeki kutu senin için.