hey blonde guy

310 55 4
                                    

Kafasını kaldırdığında düşündüğünün aksine sinirli değil gülümseyen birini gördüğünde rahatlıkla nefes verdi. "Özür dilerim...önüme bakmıyordum." Sıkıntıyla konuştuğunda karşısındaki adam hiç bozuntuya vermedi. "Sorun değil...ben de dalgındım. Üzgünüm."Jinyoung adamı inceledi. İnce bir vücudu vardı. Saçları sarıydı ve teni beyazdı. Bir süre adama öylece baktı. Kendi kendine düşünüyordu. Bu adam nereden bu kadar tanıdık geliyordu? Yüzü...adam aradaki garipliği azaltmak için güldü ve etrafına bakındı. "Şeeey, sanırım ben gideceğim." Jinyoung'un sağ tarafına doğru bir adım atınca Jinyoung yacaşça başını salladı ve "Pardon..." diye mırıldandı. Çocuk başını sallayıp ellerini cebine soktu ve yavaş yavaş koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Jinyoung arkasından bakmaya devam etti. "Kimsin sen? Kimsin..se-" Tam köşeyi dönecekken sesine güvenmediği halde bağırdı. "Mark Tuan!" Sesi sessiz koridorda yankı yaparken adam olduğu yerde kaldı.

Yavaşça arkasına döndü. Yüzündeki gülümseme fark edilebiliyordu. "Bir an hiç anlamayacaksın zannettim Jinyoungie!" Jinyoung yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Jinyoung birkaç adımla Mark'a ulaştı. "B-ben..." Mark kollarını onun boynuna sardı ve mırıldandı. "Biliyorum Jinyoungie...sorun değil." Jinyoung başını salladı ve mırıldandı. "Bana anlatmak zorundasın...ne olduğunu anlamıyorum. Biri her gün bana mektuplar ve polaroidler gönderiyor... Bazıları..." Mark sırıttı. "Utanç verici mi?" Jinyoung ona vurdu. "BİLİYOR MUYDUN? TANRIM NE KADAR KÖTÜSÜN!" Vuruşları yavaşlarken kafasını yavaşça kaldırdı. "B-bekle sen m-" Mark onun sözünü kesti. "Ahh hayır Jinyoung. Üzgünüm ama o ben değilim." Ben sadece bir aracıyım. Mark cebinden katlı bir kağıt çıkardı. Ona uzatırken mırıldandı. "Telefonunu ver." Jinyoung kağıdı alıp cebine koydu ve telefonunu Mark'a uzattı. "İşte...şifresi" "5225766 zaten biliyorum." Jinyoung kaşlarını çattı. "Nasıl...biliyorsun?" Mark bir telefon numarası yazınca numaraya göz gezdirdi. "Pekala...bu benim numaram. Jaebum telefonunu alıyordur büyük ihtimal..." Adını başka bir isimle değiştirdi. "Eğer sorarsa, senfoni korosundan bir arkadaşım dersin. Ha bu arada...aptal sevgilin sana söylemedi ama...küçük çocuklar için bağış yapan bir koroya maddi olarak yardım ediyorsun. Aylık on bin dolar." Jinyoung'un gözleri büyüdü. "Aylık kaç?!" Mark bir süre ona baktı. "Sen ne kadar paran olduğunun farkında mısın?"Jinyoung ona boş boş baktı. Gerçekten hiç düşünmemişti. Bir şeyler alırken hiç dikkat etmiyordu ki. Jaebum ona ne sistiyorsa rahat rahat almasını söylemişti... "S-sanırım bilmiyorum." Mark gülüp başını sağa sola salladı ve eliyle etrafı gösterdi. "Jinyoungie burası yedi yıldızlı bir otel." Jinyoung'un yanakları kızarıyordu. Konuyu değiştirmek için kısık sesle mırıldandı. "Y-yemeğe inelim...mi?" Mark onu rahatlatmak için başını salladı ve onu elinden tutarak restoranta götürdü.

Jinyoung ona güvenmeli miydi bilmiyordu. Gerçek adı Mark mıydı? Mektupları gönderen o muydu? Ya da gönderen kişiyle ne kadar yakındı? Liseden mezun olalı beş yıldan fazla olmuşken bağış yaptığı yerleri, telefonunun şifresini...nereden biliyordu? Karşılıklı yemek yerken Mark'a olanları anlattı. Mektupları ne zaman almaya başladığını, içinde yazan şeyleri. Bunları ona neden anlatıyordu bilmiyordu. Sadece kendini ona çok yakın hissediyordu. Belki de polaroidde gördüğü hallerindendi. O an bunları düşünmedi. Mark'la konuştular ve şakalaştılar. Mark gitmesi gerektiğini söyledi. Ona da eve dönmesini. Jaebum perişan haldedir diye düşündü...ya da ne kadar kızgındır diye.
~~~~~~~~~~~~~

💚

-Light

thirty day love lettersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin