Jackson yazdığı mektubu bir kez daha yırttı ve ofladı. Onunla buluşmak istediğini söylediğinden beri Jinyoung'a mektup yazmamıştı. Ne yazacağını bilmiyordu. Mark'ı başta neden uyarmıştı ki? Sadece kendine zorluk olsun diye... Yeni bir kağıt almadan öylece elini izledi. Bir süre durdu, bir şeyler gelmesini bekledi ama hiçbir şey yoktu. Ya Jinyoung ondan vazgeçtiği fikrine kapıldıysa? O zaman ne yapacaktı? Çalışma masasından kalkıp yavaş yavaş yatağına doğru yürüdü ve yüz üstü uzanıp gözlerini kapadı. "Yarın bir şeyler bulabilirim.." Mırıldandı. Kendini inandırmaya çalışıyordu. Gözleri ağırlaşırken bile mırıldanmaya devam etti.
Jinyoung, Jaebum evden çıktıktan bir saat sonra çıktı. Bugün büyük gündü. Sonunda randevuya gidip şu mektupları kimin gönderdiğini bulacaktı. Şirketi bulduğunda büyük binadan içeri girip etrafa baktı. Geniş, yüksek tavanından kocaman bir avize sarkan lobiye göz gezdirdi. Güzel gözüküyordu. Şık. Danışmada üç kişi duruyordu. Üçü de güzel giyinmiş, bakımlıydılar. Jinyoung kollarından birini tezgaha dayadı ve danışmadakilerden bir kişinin dikkatini çekmeyi başardı. Adam kafasını kaldırıp gülümsedi. "Merhaba efendim, size nasıl yardımcı olabilirim?" Jinyoung gülümseyerek karşılık verdi. "Choi Youngjae ile bir randevum vardı da..." Adam başını sallayıp yandaki telefonu aldı ve biraz beklemesini rica edip birkaç numara tuşladı. Jackson çalan telefonu açtı.
"Efendim?" "Bay Wang, Bay Choi'nin bir ziyaretçisi var ancak kendisi bugün işe gelmedi. Size yönlendireyim mi?" Jackson ofladı. İlgilenmesi gereken çok şey vardı. Ama Youngjae bir randevu verdiyse, önemli bir müşteri olabilirdi. "Tamam gelsin..." Mırıldanıp telefonu kapadı ve kağıtlara geri döndü. Dünden beri yazacak bir şeyler arıyordu, aynı zamanda da işe odaklanmaya çalışıyordu. O kadar işi vardı üstüne bir de Youngjae'yle ilgili yersiz yersiz iftiralar medyada dolaşıyordu. O kadar kötü bir durumdaydı ki sokağa bile çıkamıyordu. Her yerde gazeteciler, onu takip eden insanlar vardı. Youngjae bu duruma gerçekten sıkılıyordu, böyle şeyleri kaldırabilecek bir yapısı yoktu.
Kapısı çalındığında gelmesi için bir şeyler mırıldandı. Son kağıdı da okuyup gelen kişiyle öyle ilgilenmeyi düşünüyordu. Ona bakmadan koltuğu gösterdi. "Şöyle oturun lütfen. Sizinle hemen ilgileneceğim." Kağıdı okumaya devam etti.
İşi bittiği zaman kağıdın sonuna ismini yazıp imzasını attı ve derin bir nefes aldı. "Evet...size nasıl ya-" Kafasını kaldırdığı an onunla göz göze geldi. Bir süre öylece baktı. Park Jinyoung tam önünde duruyordu. Gözleri merakla ona bakıyor, tüm yüzünde geziniyordu. Jackson ne yapacağını bilemedi. Jinyoung neden Youngjae ile konuşmaya gelmişti? Youngjae başından beri her şeyi biliyor muydu? Jinyoung çoktan mektupları onun gönderdiğini anlamış mıydı? Ellerinin terlediğini hissediyordu. Tam tuvalet için izin isteyecek ve Mark'ı bulmak için kalkacaktı ki kapının kolunun oynadığını gördü. İkisi de o tarafa döndü. Mark kapıyı açtı ve elindeki telefona bakarak içeri girdi. Jackson işte şimdi diye düşündü. Şimdi bittim.
"Hey, Jinyoung'a olan mektubu artık yazsan iyi ola-" Mark'ın sözleri, Jinyoung'un koyu kahveleriyle buluştuğunda yarım kaldı. Bir ona bir Jackson'a baktı. Jackson da en az onun kadar şaşkın gözüküyordu. Jinyoung, Jackson'a döndü. Ama ağzından hiçbir şey çıkmıyordu. Öylece baktı.
Jinyoung hatırlıyordu. Jackson'ı hatırlıyordu.
~
💚
-Light
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thirty day love letters
FanficUnknown: Hey Park Jinyoung, kapının önündeki kutu senin için.