'Selam' diyeceğim ama sanırım şuan bana hem sinirlenecek hem de kızacaksınız. Uzun bir süredir yeni bölüm atmadım. Bunun için hepinizden özür diliyorum. Bana yeni bölümün ne zaman geleceğini soran, beni hatta bizi bekleyen kişileri gördüğümde gerçekten sevindim hem de suçlu hissettim. Emin olun kendimce geçerli nedenlere sahiptim bu uzun süreli arada. Sizi uzun bir süreden sonra bizimkilerle bırakıyorum. Yorum bırakmayı unutmayın.
12. Bölüm: Herkes
___
"Ölüm ne soğuk ne sıcak bir şey..."
___
Hiç bir zaman şanslı bir çocuk olmamıştım. Anne babasının bile istemediği çocuktum ben. Sahi şans neydi? Nasıl bir şeydi ki insanlar onunlayken daha mutlu ve kolay yaşayabiliyor?
Ne olduğunu bilmediğim kesin. Bildiğim tek şey var ise o da bulaşıcı olduğu en azından olumsuzunun bulaşıcı olduğu.
Şanssız hayatıma girenler benim olmayan şansımı paylaşırken Düşsel de bundan payını aldı. Geri dönüp, hayatıma tekrar girdiği günden beri olumsuz her şey onu buldu. Üst üste birikti ve bir yığın oldu.
Belki de gerçekten dediğim gibidir ama yine de ben böyle olmamasını diliyorum en son ana kadar. Onun benim şansızlığımdan pay almamış olmasını...
Ölüm haberinin üstünden birkaç gün geçti. O bir kaç günde Düşsel daha da dağıldı. Bulut Abi'nin cenazesi oldu. Bu hayatta yalnız, kimsesiz olan Bulut Abi son yolculuğunda da yalnızdı.
O güne dair hatırladıklarım:
Düşselin annesinin ve babasının kızarmış gözleri...
Bir kaç eş dostun gelmesiyle oluşan küçük cemaat...
Son olarak da bir köşeye çekilmiş olanları izleyen, anlamaya çalışan Düşsel...Ölümü somut olarak görünce anladım aslında. Ölüm ne soğuk ne sıcak bir şey...
Alacakaranlık, Bella'nın "Nasıl öleceğimi hiç düşünmemiştim." sözüyle başlar. Şimdi anlıyorum yıllarca öylesine duyduğum o sözler anlamlandırılmak için söylenmiş, çoğu söz gibi.
Sahi ben nasıl ölecektim? Öldüğümde arkamda bıraktığım insanlar ne düşünecek? Sanırım öldükten sonra pek de önemli şeyler olmayacak bunlar. Öyleyse neden düşüneyim ki zamanı geldiğinde olması gerektiği şekilde ölmeyecek mi herkes, en başından bunun olacağını bilerek getirilmedik mi bu dünyaya? Bir de üstüne gelişimize sevinmediler mi? Bundan emin değilim. Sevinmişlerdir değil mi?
Ölüm denen şey belki 4 harften ibaretti sadece. Ya da öyle olmasını istiyordum şu anda. Böylece önce kendimi kandırabilirim sonra da Düşsel'i.
Onu gördüğüm son an cenaze oldu. Günlerdir hatta haftalardır ne okulda ne de başka bir yerde gördüm. Belki görürüm diye evinin önünden geçtim her gün yolumu uzatarak ama göremedim onu tekrardan. Evine gitmek istedim ama vakti değildi ve en sonunda beklemeye karar verdim. Her şeyde olduğu gibi zaman halledecekti. Zamanı geldiğinde kendi gelecekti ya da benim sabrımın taştığı an o zamandan önce gelecekti belki de. Öyle olursa da gidip kendim yıkacaktım o duvarları ama şimdilik bir bekleme süresine sahiptim.
Onu görmediğim zamanlarda başka sorunlarla da uğraştım. Mete'nin sürekli beni rahatsız edişi ile uğraştım mesela. Ya da ne bileyim başka gereksiz şeyler. Bunlar olurken hiç bir şey olmuyormuş gibi hissettim, hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi. Hissedilenin aksine zaman akıyor ve hayat devam ediyordu.
Bir anda dünyam Düşsel olmuştu sanki de onun mutluluğunu görmeden dünya günlük faaliyetlerini gerçekleştirmiyordu.Sanırım onun o halini görmek ona olan nefretimi azaltmıştı. Hem en güçlü hem de en güçsüz haldeydi ağlarken o ve bu halini görmek beni engelleyen şey olmuştu. O sanki 5 yıl önceki Düşsel olmuştu bir anda. Beni korumaya çalışan oysa kendini bile koruyamayan...
En sonunda bugün bizimkilerle her zamanki buluşmalarımızdan birini yapacaktık. Bu olaylardan sonra daha çok konuşur buluşur olmuştuk. Düşsel bizden ne kadar uzaklaştıysa biz birbirimize o kadar yaklaşmıştık. Her gün birinin evinde buluşurduk Düşsel'in gelmeyeceğini bile bile onu da davet ederdik. Belki de bize gelmesi için bir neden yaratıyorduk ona. Ümitsizce belki bugün çıkar o mabedinden diye.
Bugün renkli günümde hissetmiyordum okulun yorgunluğu ve her zamanın mutsuzluğu ile dolabımdan siyah bir şeyler alıp üstüme geçirdim. Siyah boyunlu kazağım soğuktan beni koruyordu az çok. Çok da umurumda değildi aslında en sevdiğim mevsim olarak yağmurları seçtim ben sonuçta. Soğuk mu üşütecekti beni?
Çantamı da alıp evden çıktım. Bugün Koraylarda toplanıyorduk.
Beşi bir yerde Felaket grubu
-Koray: gelirken ekmek alın kankiler
-Uzay: Oğlum zaten dışarıdan söyleyeceğiz yemeği, neyin kafası bu?
-Koray: Olsun siz alın. Annem de babama der hep 'ekmek almadan gelme' diye. Alınması gereken bir şey o.
-İzmir: Koray pide de alayım mı?
-Uzay: Ne diyorsun İzmir sen, ne pidesi? Almayın bir şey gelin işte. Herkes gelsin hızlıca. Koray mümkünse sen bir şey yazma kapıyı aç biz geliyor muyuz diye bak.
-Koray: Tamam ben kapının girişine oturdum, gelin.
Kendi aralarındaki şirin atışmayı okumaya ara verip telefonu cebime koydum. Düşselin evine doğru kafamı çevirdim. Belki... Belki bugündür geleceği gün. Kim bilir?
Ardından tekrar yoluma döndüm ve ilerledim. Yol çok uzun sayılmazdı ki büyük ihtimalle yine yürümeyi tercih ederdim. Bu sokaklardan her geçişimde daha farklı görüyorum artık her şeyi. Önceden nefret ederek baktığım kabuslarım olan park artık daha farklı görünüyor yüzüme.
Onu o hale getiren şeyden kurtulmak onu daha iyi hale getirmiştir belki de gözümde. Zamanla geçmişimde iyi hale gelir mi bu park gibi?
Hatıraları zamana bırakmak her şeyi çözmüyor belki ama dedim ya hatıralar. Geçmişteki yaşananlar geleceğe yön verirler. Bunun iyi ya da kötü anlamda olacağı ise bize bağlıdır.
Koray'ın evinin önüne geldiğimde her zaman yaptığım gibi evi inceledim. Orta boyutlarda bahçeli müstakil bir evdi. Sevimli de denilebilirdi. Koray ve diğerleri hatta ben bile maddi bakımdan şanssız çocuklar değildik.
Benim nasıl şanssız olmadığımı merak edenler için anneannem gençliğinde pek evde oturan evlendiği için çocuklarına bakarken arkadaşları ile altın günleri yapıp evlilik programı dedikodusu yapan biri değilmiş. Döneminde saygın bir iş kadınıymış, dedemi de böyle etkilemiş hatta. Dedem onu ilk gördüğünde aşık olmuş. Hani ilk görüşte aşık olunası kadınlar vardır ya işte o tam olarak anneannemmiş. Alımlı ve gizemli cazibesi dedemi ona çekmiş ve sonra unutulmaz bir aşk hikayesi... Şuan bunu anlatmak için yeterli zaman yok sanırım. Neden direk anneannemden dinlemiyoruz uygun bir zamanda?
Birkaç dakika olan içimdeki hayali konuşmamdan sonra kapıyı çaldım. Koray beni kapıda beklermişçesine –ki büyük ihtimalle bekliyordu- kapıyı daha ilk vuruşumda diyemeyeceğim ilk dokunuşumda açtı. Beni içeri çekip gülümseyen ifadesiyle baktı. "Hoş geldin hadi içeri gel herkes geldi seni bekliyorduk." Diyerek ilerleyen Koray'ı izledim ve kapıyı açıp içeri girdiğimde Düşsel'i gördüm. Bilgisayar sandalyesine oturmuş neden burada olduğunu sorgulayan şekilde bakıyordu. Bir anlığına kapıda ona bakarak dona kaldı resmen. Oysa bir an bile açılan kapıya aldırış edip bizden tarafa dönme gereğinde bulunmadı.
Sahi neden şaşırdım ki bu kadar? Dedi ya Koray 'herkes geldi' diye. İşte böyleydik şuan tam olarak herkes. Ne bir kişi eksik ne bir kişi fazla.
Bu bölümünde sonuna geldik. Düşüncelerinizi belirtmişsinizdir diye düşünüyorum ve tekrar hatırlatmıyorum fjvnmxncöm. Bu arada 2 bin okunmaya ulaştık. Hepinize çok teşekkür ederim bunun içinde. Yeni bölümde görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATRANÇ
Mystery / ThrillerÇoğu zaman sandığımız gerçekler yalandan ibarettir. Öğrendiğimizde kolay kolay kabullenemeyiz. İmge'nin yalnız kaldığını sandığı zaman gerçeklere olan inancı hayatını değiştirmişti. Amerika'dan dönmek zorunda olan Düşsel'in hayatı tamamen değişmek z...