ゃ fourteen

911 95 25
                                    

Dolabımın önünde durmuş Jisoo ile kıyafet seçiyorduk. Jisoo kırmızı, sırt detaylı bir elbiseyi gösterdiğinde "Bu bir randevu değil Jisoo. Hatırlatırım." dedim. Gece onu aramış ve bize çağırmıştım. Zaten çok uzakta olmayan evlerinden bize geldiğinde gözlerinde meraklı bakışlar vardı. Annemlerle kısa bir sohbet ettikten sonra beni elimden tutarak odama çıkarmış ve sandalyeye oturtarak sorguya çekmişti. Ona her şeyi anlatmıştım. Haechan'ı, Mark'ı, masalları... Jisoo zaman zaman kıstığı gözleri, sinirden kasılan çenesi ve şaşkınlıkla açılan ağzıyla benim son günlerimin özeti gibiydi.

"O zaman bunu giyebilirsin. Ne fazla abartılı ne de çok sıradan."

Jisoo'nun dolaptan çıkardığı siyah etek, triko bir bluz ve kot ceket kombinine baktım. Bir dakika sonra ceket dışında Jisoo'nun önerdiği kombin üzerimdeydi. Dolabımın kapağındaki boydan aynanın karşısında duruyordum. Jisoo saçlarımın yarısını yukarıda bir kurdeleyle topladı ve kalanını serbest bıraktı. Ceketimi üzerime geçirdiğimde küçük yandan çantamı da koluma geçirdim.

"Saat kaç?" diye sordum Jisoo'ya.

"Sekize yirmi var." dedi heyecanlı bir sesle. Birlikte aşağı indik, annem de mutfaktan çıkarak bize katıldı.  Jisoo "Taksiyle git." dedi beni kapıdan geçirirken. Annemle kapı eşiğinde durmuş ayakkabımı giymemi izliyorlardı. Onlara el sallayıp bahçe kapısından çıkarken annemin Jisoo'ya "Nereye gidiyor?" diye sorduğunu onun da "Bir erkekle buluşacak." dediğini duymuştum. Annem kapıyı kapatırken "Erkek yakışıklı mı?" diye sorduğunda Jisoo başıyla onu onaylamıştı. Taksiye binerken hala onlara göz devirmekle meşguldüm.  

Şehrin tam ortasındaki lunaparkın yanına bir buçuk yıl önce açılan Büyük Sirk'in önüne geldiğimde saat tam sekizdi. Şoföre ücreti uzattıktan sonra para üstünü alıp taksiden indim. Mark beni girişte bekliyordu. İçinde siyah boğazlı bir kazak, onun üzerinde bir gömlek ve en üstte de kırmızı vişne çürüğü arası bir ceket vardı. Siyah kot pantolonları çok sevdiğini şimdi fark etmiştim. Saçları ise her zamanki gibi iki taraftan tutamlar halinde alnına dökülüyordu. 

Adımlarıma hakim olan gerginlik yüzünden sağa sola sallanarak yürüyordum ve bu aşırı derecede sinirimi bozmuştu. Yanına gittiğimde "İçeri girelim mi?" diye sordu ve ben de onaylamak için kafanı salladım. Sirk çadırına girdiğimizde kalabalığın arasına karıştık. Her tarafta çeşitli gösteriler vardı. İnsanların gürültüsü arasında çalan müziği zar zor duyabiliyordum. İnsanlara çarpmadan Mark'ı takip ederken derin nefesler aldım.

Bir anlığına başımı başka yere çevirdiğimde Mark'ı kaybetmiştim. Telaşla etrafıma bakınırken parmaklarımın ucunda yükselip daha iyi bir görüş alanı yakalamaya çalıştım. Birden elimi tutan el ile nefesim kesildiğinde Mark'ı karşımda buldum. "Bu taraftan." diyerek beni insanların arasından geçirirken bir yanım ona sinirlense de bir yanım minnettardı.

Beni sirkin içindeki başka bir çadırın önüne götürmüştü. Çadırın giriş için açık bırakılan kısmını tutup havaya kaldırdığında ona sorgulayıcı bir bakış attım. Beni buraya konuşmak için çağırmıştı ve şimdi tuhaf bir çadırın önünde durmuş içeri girmemi bekliyordu. Ona güvenerek içeri adımımı attığımda karşımdaki manzara yüzünden nefesim kesilmişti.  

Tales From The Darkside | MarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin