İyi Okumalar..
🐳Margie cevaptan memnun bir şekilde arkasına yaslandı. O sırada kahvesi gelmişti. Bir süre sessizce kahvelerini içerek oturdular.
Sonra Margie dayanamayarak konuştu. "Keşke sende bizimle Hollywood’a gelseydin."
"Söyledim ya Margie... Bir süre tek başıma kalmak istiyorum."
"Nasıl istiyorsan öyle olsun şekerim. Sadece... bizimle gelmeni çok isterdim."
"Çok naziksin Mergie." Kyungsoo yutkundu. Bu iyi insanlara yaptıklarından utanıyordu. Ama elinden başka bir şey de gelmiyordu. Başka çaresi yoktu..
Dr. Whittaker’den mektup alınca, Mergie de Denby de durumu anlayacaklardı..Margie kahvesini bitince, "Şimdi ne yapıyorsun?" Diye sordu. Garsonun fincanları almasını beklediler. "Şöyle bir dolaşalım mı?"
"Tabii, seve seve eşlik ederim Margie." Yalnız kalmamak için her şeyi yapmaya razıydı.
Margie’nin elini kibarca tutup kalkmasına yardımcı oldu ve elinin üzerine nezaket gereği bir öpücük kondurdu. Ardından bir elini beline koyup diğer eliyle yolu gösterdi.
"Ay, ilahi Kyungsoo."
Margie böyle söylese de gördüğü muammele bir kadın olarak hoşuna gitmiş ve onu şımartmıştı.
Gemideki mağazalar, cebinde parası olanlar için bir cennetti. Margie de Kyungsoo da sadece vitrinlere bakıp dolaştılar, bir şey almadılar.
"Bu yolculuk sona erince pek üzülmeyeceğim." Margie bir karara varmışçasına söyledi. "Başında çok güzeldi, ortaları da iyi, ama sonunda öyle bir duyguya kapılıyor ki insan... Sıkılmak desem değil. Sanki gemi limanlara yanaştıkça artık insan eskisi kadar heyecanlanmıyor."
Kyungsoo onaylarcasına başını salladı. "Evet, çok haklısın Margie."
"Mesela Kaliforniya. Aslında Beverley Hills ile Hollywood’u görmeyi dört gözle bekliyorum, çünkü hiç görmedim. Ama Hongkong ya da Bali’ye gelmeden önce ki heyecanı duymuyorsun, öyle değil mi?"
Hayır, çünkü oralar da Kai yanı başındaydı...onunla birlikteydi...
"Buralar egzotik yerler değil, bence nedeni bu."
"Curaçao’yu hatırlıyor musun? Sanki oraya gideli yıllar olmuş gibi.."
"Evet." Her şey orada başlamıştı, diye düşündü Kyungsoo. Kai onu arabasına davet etmiş, çok güzel bir gün geçirmişlerdi. "Gerçekten de yıllar önceymiş gibi geliyor." Southampton’dan ayrıldıktan on beş gün kadar sonraydı.
Şimdi hepsi geride kalmıştı....Kyungsoo öğle yemeğinden önce eşyalarını toplamayı tamamlamak istiyordu. Akşam yemeğinden sonra kıyafet balosu vardı. Balonun bitmesi gece yarısından sonrasını bulurdu. O gece pek uyuyamayacağını bildiğinden, erkenden odasına çekilip ertesi gün bütün o işleri nasıl becereceğini ve içinde bulunduğu durumu düşünerek yatakta dönüp durmaktansa, tanıdığı insanların yanında geç saatlere kadar oturmanın daha iyi olacağına karar verdi.
🐳
Kyungsoo akşam yemeği için ayırdığı bordo gömleği giydi. Ceket ve pantolon siyah olduğu için gömleği göze çarpıyordu. Eteklerini pantolonuna şıkıştırmış ve yakasına küçük, siyah, sevimli bir papyon takmıştı. Kai’nin hediyesi olan bileklik görünmüyordu. Yüzük ise bir zincirle birlikte boynunda asılıydı. Kai’nin taktığını görmesini istemiyordu. Bileklik kendiliğinden kamufle olmuştu bile...
Salona girdiği de yine bütün gözler ona çevirilmişti. Dışarıdan pek bir dikkat çekici ve ulaşılmaz görünüyordu. Lokantayı boydan boya, soğukkanlı bir şekilde geçerek masasına geldi. Bordo renkli gömleği cildini daha da güzel kılmıştı. Beyaz, teni ışıldıyordu. Ancak bir sorun vardı. Görlerinde Margie’nin çoktan fark etmiş olduğu o korkutucu ifade vardı. Kahverengi gözlerinde bir teslimiyet vardı...
Yerine otururken Kai’nin gözleri Kyungsoo’ya ilişti. Kyungsoo Kai’nin bütün çabasına rağmen gözlerini kendisinden alamadığını fark etmişti. Hafifçe gülümsemeye çalıştı. Bir an Kai’nin gözlerinin kısıldığını, ağzının gerildiğini gördü.
"Şekerim ne kadar yakışıklı olmuşsun! Çok güzelsin Kyungsoo, çok..." diye bağırdı Margie. Sesinde derin bir hayranlık vardı.
"Öyle değil mi Kai? Salonun en güzel adamı, Kyungsoo! Hatta kadınlardan bile güzel!"
Tesadüfen tam o sırada Nicole yanlarından geçiyordu. Bir an nefret dolu bakışlarla durdu. Ama Kai ile göz göze gelince, yüzünde ki ifade değişiverdi. Bütün çekiciliğini takınarak gülümsedi. Ancak Kai en ufak bir tepki göstermeyince, yürüyüp gitmek zorunda kaldı. Rahatsız edici bir sessizlik masaya çöreklendi. Kyungsoo yine kıpkırmızı kesilmişti. Ama yanaklarında ki kızarıklık onu daha da güzel göstermiş, üstelik gömleğiyle de bir uyum daha yakalamıştı.
Yemek sakin geçti. Kyungsoo, yemek süresince, Kai’nin zaman zaman kendisine baktığının farkındaydı. Sanki Kai bir şeyler düşünüyor gibiydi, tereddütlü bir hali vardı. Kyungsoo, çok garip ve anlaşılmaz bir biçimde, Kai’nin artık kendisine son birkaç günkü kadar düşmanca duygular beslemediği izlenimine kapıldı. Çok garip bir duyguydu bu. Çünkü böyle bir izlenim edinmesi için hiçbir somut belirti yoktu.
Kai de, Sehun da Kyungsoo gibi, balo için özel bir kıyafet giymemişlerdi. Her ikiside smokinle gelmeyi tercih etmişlerdi .
Kyungsoo’nun kendinde bir tuhaflık hissetmesi yemekte başladı. Başı ağrımıyordu. Tam tersine, zihni bütün gün olduğundan daha berrak ve rahattı. Ama kollarında ve bacaklarında bir güçsüzlük vardı. Yemek yemek için çatalı eline aldığında, elinin titrediģini gördü. Öylece durup geçmesini bekledi. Bir şey olmadı. Yemeğin geri kalanında kendini daha iyi hissetti.
Balo salonuna girdiğinde uzun boylu genç bir adam hemen onunla dans etmek istedi. Kyungsoo Kai ile birlikteyken bu genç adam hep Kai’nin yerinde olmak istemişti. Ama tabii, Kyungsoo’nun bundan haberi yoktu.
"Hep seninle dans etmek isterdim." İçtenlikle ve sevimlice söylemişti. "Nihayet bu fırsatı buldum." Kyungsoo gülümsedi ama aklı Kai’de idi. Çevresine bakındı. Kai ortalıkta görünmüyordu. Genç adam adının Park Chanyeol olduğunu söyledi. O da yarı Asyalı bir İngilizdi. Müzik durduğu zaman dahi yanından ayrılmadı. Kyungsoo kendini gülümsemek zorunda hissetti. Adam herhalde yanından ayrılırsa Kyungsoo’yu başkalarının kapacağından korkuyordu.
Kyungsoo, Nicole’ün salonun bir kenarında kendi başına durduğunu görünce şaşırarak yeniden çevresine bakındı. Kai oradaydı işte! Kaptanla konuşuyordu.
Kyungsoo’nun düşünceleri Kai’den ve konuştuğu adamdan uzaklaştı. Yapması gereken işleri kafasından bir türlü atamıyordu. Bütün o bavullarla gemiden yalnız başına nasıl inecekti? Gemiye binerken böyle güçlük çekmemişti çünkü bütün bavullar önden yollanmış, kendisi Southampton’dan gemiye bindiğinde, çoktan kamarasına yerleştirilmişti bile.
Sonra birde para meselesi vardı. Elinde çok az bir para kalmıştı. Uçak biletinin ücretini ödedikten sonra otel masraflarını karşılamaya yetecek miydi? Doktora telgraf çekmesi de gerekiyordu...Birden düşünceleri bulanıklaştı. İniltiyle sendeledi. Tekrar dans etmeye başlamış olduğu Chanyeol’e baktı.
"Ben... ben.." Kendisini kollarından tutan Chanyeol’e yalvarırcasına bakmaya devam etti. "Odama... odama gitmeliyim... oda...ma..."
"Hastasınız!" Genç adam telaş içerisinde çevresine bakındı.
"Evet, hasta...yım... Lütfen...beni oda...ma götürün..." Beynine oldukça acı verici, şiddetli bir ağrı saplandı. Kyungsoo boğuk bir çığlık attı. Yüzünden ve dudaklarından bütün kanın çekildiğini hissediyordu. Sonunda kaderi onu bulmuş muydu gerçekten?
Bu son muydu? Sonu muydu? Burada... sevdiği adamında nefes alıp verdiği bir yerde, başkalarının kollarında mı gidecekti dünyadan? Haksızlıktı! Bu büyük bir haksızlıktı!
🐳
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Melodisi
FanfictionDört ay... Aralık ayında olduklarına göre, bir daha yaz ve sonbaharı göremeyecekti. Oysa sonbaharı ne çok severdi. Demek bu kıştan başka bir kış da olmayacaktı onun için. Bir daha ki doğum gününü de göremeyecekti.