İyi Okumalar...
🐳
Gemi Southampton Limanından yola çıkarken, Kyungsoo güverteden etrafı seyrediyordu. Acaba geri dönebilecek miydi? Dört ay kadar bir zamanı kalmıştı. Evi satılığa çıkardığında, ilk görmeye gelenler hemen satın almışlardı. Kyungsoo eve zaten değerinin altında bir fiyat biçmişti, acele paraya ihtiyacı vardı. Eve görmeye gelen çiftin elinde de o kadar para bulunduğu için, çabucak anlaşmışlardı. Ardından hemen seyahat acentesini aramıştı Kyungsoo. İki kişilik kamara ayırtan bir ailenin son dakika da geziye katılmaktan vazgeçtiğini öğrenince o kamarayı kendine ayırtmıştı. Sonra bir kaç parça giysi almak için mağaza mağaza dolaşmış, gerekli aşıları yaptırmış, bir yandan da evdeki eşyalara bakmaya gelenlerle meşgul olmuştu.
Düşünecek vakit hiç olmamıştı. Ama bütün bunların ardında, yazgısının gitgide yaklaşması ve o korkunç son duygusu hep kendini hissettiriyordu. Sonunda, o sabah, evin kapısını son kez kilitlemiş, geri kalan işlerle uğraşmayı Dr. Whittaker’a bırakmıştı. Dr. Whittaker her şeyi halledecekti. Eğer geziden geri dönerse, doktorun kendisi için yer ayırttığı özel kliniğe yatacaktı.
Çevresine bakınıp, geziye katılan o mutlu insanları gördükten sonra, dört ay sonrasını bir daha hiç düşünmemeye karar vermişti. Şu yaşlı çift... bu geziye katılmak için belki de bir ömür boyu para biriktirmişlerdi. Köşedeki adam... bir müteahhit olabilirdi. Şurada ki kadın... belki de bir film yıldızıydı. Ne olursa olsun, çok zengin olduğu belliydi. Vizon kürkü ve pırlantalarıyla hemen göze çarpıyordu. Şuradaki adam herhalde Fransızdı... Hemen yakınındaki öbür adam ise... yine bir iş adamı olabilirdi.
Güverte parmaklıklarının yanındaki şu iki adam... biri o kadar uzun boylu ve esmerdi ki... profili çok güzeldi. Düzgün, basık burnu, çekik asyalı gözleri, keskin çizgili, çekici çenesi, süzgün yüzü, bronz teni...Kyungsoo gözlerini alamadı adamdan. O sırada adam başını çevirdi, Kyungsoo’yu kayıtsızca süzdükten sonra dönüp arkadaşıyla konuşmaya devam etti. Kyungsoo, gözden kaybolmak üzere olan limana bir kez daha bakıp aşağıda ki lüks kamarasının yolunu tuttu. Kamarası banyoluydu. Konfor bakımından hiç bir eksiği yoktu.
Kamaraya girince, aynalı gardrobun önünde durdu. Gözleri aynaya takıldı. Bir süre görmeden baktı. Birden içinde bulunduğu durumu bütün dehşetiyle kavradı. Karanlık bir uçuruma yuvarlanıyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Öylesine güçlü bir duyguydu ki bu, içisıra bir isyan çığlığı yükseldi, ama sonra kendini dizginledi.
Yatağa uzanıp gözlerini kapadı. Düşünüyordu: Bu geziye neden katılmıştı? Her şeyin burnundan geleceği apaçık belliydi. Sadece eğlenceyi düşünen, gülüp eğlenen, dans edip yüzen insanlar arasında; geminin birkaç saatliğine, hatta bir kaç günlüğüne uğrayacağı limanlarda, seyahat acentesince düzenlenen turlara katılacak yolcuların arasında kimbilir ne gibi duygulara kapılacaktı!
Bir süre dinlenip bir duş aldıktan sonra kendini düşüncelerden arınmış ve biraz daha iyi hissetti. Kraliçe Salonunda çay içmeye gidebilirdi. Kraliçe Salonu, parlak, turuncu eşyaları ve egzotik bir hava veren saksı bitkileriyle son derece iç açıcı bir yerdi.
Siyah pantolon, beyaz ceket giymiş güleryüzlü bir garson, Kyungsoo’ya kremalı pasta ile çay getirdi. Kyungsoo yanına aldığı kitabı çıkarıp koltuğuna iyice yerleşti.
Kitabı daha yeni açmıştı ki, farkında olmadan başını kaldırdı. Güvertede gördüğü o iki adam içeri girmişti. Uzun boylu, esmer ve yakışıklı olanı, dönüp Kyungsoo’ya aynı kayıtsız bakışlarla baktı. Yanındakiyse Kyungsoo ile göz göze gelince adeta irkildi. İki adam birbirlerine bir şeyler söylediler, sonra esmer olanı dönüp yeniden Kyungsoo’ya baktı. Onun hakkında konuşuyor gibiydiler. Tek başına geziye çıkanları, arkadaşlarıyla birlikte olanlardan ayıran o yalnızlık hissine kapılan Kyungsoo kızardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Melodisi
FanfictionDört ay... Aralık ayında olduklarına göre, bir daha yaz ve sonbaharı göremeyecekti. Oysa sonbaharı ne çok severdi. Demek bu kıştan başka bir kış da olmayacaktı onun için. Bir daha ki doğum gününü de göremeyecekti.