MAVİ BONCUK
Genç kadın elindeki fotoğraf makinesini sıcaktan pembeleşmiş yüzüne tekrar götürdü. Bir dağın eteğine kurulmuş köy, dağınık orman mantarlarına benzeyen damlı evleriyle nostaljik kapsülüne benziyordu.
Saat öğleden sonra ikiyi geçmişti, gökyüzündeki alev alev yanan güneş birazda sakinleşmiş gibi kavurucu etkisini yitirmişti. Henüz yaz aylarının ortasında olduklarından mütevellit köy halkı çoktan evlerine çekilmiş görünse de birkaç yaşlı teyze evlerinin önündeki tahta sundurma oturmuş çene çalıyordu. Köyün kahvesinin önünden geçtiğinde Lamia, ilerlemiş yaşlarına rağmen gülen gözleriyle tavla atan sekiz köşeli şapkalı amcaların da fotoğrafını çekmeyi başarmıştı.
Lamia ailesiyle çıktıkları Kıbrıs tatilini, boynunda fotoğraf makinesiyle doğa ve insan fotoğrafları çekerek kendince eğleniyordu. Sokaklarda hala oynamayı sürdüren köy çocukların yüzündeki tozu, kirli dişleriyle çekimser gülümsemelerini çekmek hoşuna da gitmişti hani.
Şimdi ki adıyla Taşkent köyünün sakinlerinin de birkaç fotoğrafını çektiğinde oteline gitmek için hazırdı, temmuzun sıcağı şimdiden kafasını kavurmuş ensesini yakmıştı. Sundurma da oturan örgücü teyzelere el sallayıp, köyün dışına uzanan yoldan aşağı inmeye başladı.
Taşkent köyünün çıkışına yakın, suyu akmaya devam eden eski bir hayrat gördü. Girişte fark edememesinin nedeni çok küçük ve eski olmasıydı muhakkak. Ancak şimdi bakışları bu çeşme de takılı, adımları o tarafa yönleniyordu.
Gürül gürül akan hayratın önünde güneşten soluklaşmış şalvarı, sırtında belirgin görülen kamburuyla bir kadın eğilmişti. Ak başını örten bir yazma ya da yemen yoktu, beyaz saç tellerinde mavi ışıklar pırıl pırıl parlıyordu. Lamia fotoğraf makinasını boynundan çıkarıp yaşlı kadıncağıza iyice yaklaştı.
Saçlarından onlarca örgü, her örgünün ucunda birer nazar boncuğu takılıydı.
"Merhaba teyzem, acaba bir fotoğrafınızı çekmem mümkün mü?"
Yaşlı kadıncağız eğik başını kaldırıp çeşmeden bir adım uzaklaştı, yabancı yüzünden ürkmüşe benziyordu.
Lamia şansını bir kez daha deneyerek, fotoğraf makinasını elinde salladı.
"Saçlarınızdaki boncuklar çok hoş görünüyor o yüzden bir tane fotoğrafınızı çekmek istemiştim sadece. İnanın sapık ya da gazeteci değilim" dedi uysal bir ikna çabasıyla.
Derisi yaşlılık lekeleriyle dolu ellerini örgülerine götürüp saçlarını çeken yaşlı kadın, ceylan gibi korkak bakışlarıyla genç kıza baktı bir süre.
"Dilimi bilmiyor musunuz, yoksa Rum musunuz?"
"Adı batsın" deyip yere tükürdü yaşlı kadın birden bire hiddetlenerek.
Lamia teyzenin Türkçe konuşmasından memnun olarak yanına yaklaşmakta sakınca görmedi. Tahminen yaşı altmış civarlarında olan kadının yüzü muşamba kadar kırışık, koyu kestane gözlerinde katılaşmış bir hüzün bakiydi. Bakanın kalbine huzursuzluğun yanında asil bir kederde aşılıyordu.
"Saçlarınıza dokunabilir miyim, çok güzeller " dedi, ellini mavi boncuklarına götürerek. Kadın bu sefer geri çekilmedi bu yabancı ele karşılık.
"Neden bu kadar çok sayıda boncuk takıyorsunuz saçınıza, zor olmuyor mu?" derken, nazar bocuklarını sayamayacağı kadar çok olduğunu fark etti. Onlarcadan fazlası vardı!
"Bekir'imin gözyaşıdır ha bunlar. Namusumdur tepemde taşırım evvel zamandır, heç zor olur mu ki"
Lamia kaşlarını çattı, kadının çokta aklının yerinde olmadığına kanaat getirmeye başlıyordu. Her köyün illa ki bir akli melekelerini yitirmiş bir ferdi olacağını işitmişti. Boncuklu kadında öyle biriydi kuvvetle ihtimal.
"Bekir kocanız mıydı?"
Yaşlı kadıncağız toprağa oturup bağdaş kurdu, titrek parmakları kır saçlarının ucundaki bocukları oynarken gülümsüyordu. Lamia, merakına yenik düştüğünden o da yere çöküp oturdu.
"Bekir'im 19 yaşında bıçkın bir delikanlıydı. Şöyle bir yürüversin köyün meydanından , bütün Dohni gızları bakıp bakıp iç geçirirdi endamına. Yiğitliğine yiğit, vurduğunu tek yumrukla yere seren bir aslandı. Çakır mavi gözlerine baktın mıydı yüreciğin hop ediverirdi."
"Bu yiğit adam bütün köy kızları içinden sizi sevdi değil mi?"
Geçmiş hayallerine dalan yaşlı kadıncağız, görmez gözlerle boncuklarına hülyalı bakışlar atıyordu. Lamia'nın varlığından bir haber eski günlerde dolanıyor gibiydi.
"Anam güğüme su doldur diye çeşmeye yolladı bi gün. Nerden bilirim ki oda benim yolumu gözler dururmuş, ben çelimsiz kara kuru bir gızdım. Ben onu severdim gizliden gizliye, meğerse o da gönül düşürmüş bana. Çeşmenin başında elime bi nazar boncuğu verdi de gitti.
İşte o zaman bildim gönlü bende, yüreğim serçe gibi pır pır etti akşama kadar."
Lamia, kadının hikayesinde perdenin arkasına gizlenmiş hüznü el yormayla bile seçebileceğini hissetti. Artık iyiden iyiye palazlanan merakı yüzünden kulaklarını dört açmış, yaşlı kadının anlatmaya devam etmesini sessizce bekledi.
Yutkunan teyze ellerini kucağında birleştirip sözü tekrar aldı; "Anası olacak cadolaz karı istemedi beni evvela, derdi köyün ağalarından Rüstem'in kızını oğluna almaktı. Benim anam babamın bir avuç tarladan fazlası yoktu, ekip biçer ancak kazanı kaynatırdık. Allem kallem ettiyse de sözünü dinletemedi Bekir'ime, aldıramadı ağa kızını. İstemeye geldikleri günden bir gün önce çeşme başında Bekir'im bir boncuk daha koydu avucuma, saçına tak diye".
Soluklanmak için susan yaşlı kadıncağızın gözlerinde nem, sesinde buruk bir acı vardı artık. Titreyen ellerini şalvarına sürtüp duruyordu.
Lamia daha fazla sabredemeyerek "Evlendiniz mi peki Bekir'le" diye sordu.
"Bekir'im, gidiverdi"
"Nereye gitti?"
"Düğünden bir gece önce biz uyurken Rumlar bastı köyü, bütün oğlanları adamları toparladılar tek tek. Esir edeceklermiş, ellerinde tüfeklen sıraladılar herkesi. Babamı ellemediler yaşlıdır ayak bağı olur diye ama Bekir'imi götürdüler. Ocak başında bekledim sabaha dek çıkar gelir diye, duvağımı başıma boncuklarımı saçıma taktım bekledim."
Gözleri dolan Lamia, bu sefer soru soramayacak halde baktı ağlayan kadıncağıza. Biliyordu ki Bekir'i gelmemiş gelememişti.
"Gelmediği her güne bir mavi boncuk takarım, geldiğinde görsün ki gelini hep bekledi yolunu. Düğünümüz de saçlarımda mavi boncuklarımı görmek ister, sever o beni. Gelecek bilirim".
Titrek ellenin tersiyle ıslak gözlerini silen yaşlı kadın zorlukla ayağa kalktı, sanki Lamia'yı hiç görmemiş tanımamış gibi arkasına dönerek ağır adımlarla yürümeye başladı.
Lamia yarım kalan bu öykünün yaşlı kadıncağızın kalbinde hala devam ettiğini, gözü yaşlı sevdiği adamı beklemeye devam ettiğini anladı. Anladı ama bir tek söz çıkmadı ağzının köşesinden. Bunca yıl sonra akli melekelerini aşk ıstırabıyla yitiren bir kadını nasıl avutabilirdi?
Leyla ile Mecnun'a yâr olmayan aşk şerbetini, kavuşamayan bir çok yarene nasıl sunabilirdi ki!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERİDE KALAN MEKTUPLAR
Short StoryArtık konuşmak için çok geç, yazılacak bir hikayem kaldı geriye. Parça parça bir kaç öykü, söylenmemiş kelamlar var dilimde. Yeri geldiğinde hakkıyla yaşanmamış hayatların ağırlığı omuzlarımda. Susmak artık öldürücü bir yalan. Kirlettiğim sayfal...