Gözümü bir açtım ki üstüm başım pembenin her çeşit tonuna bulanmış halde. Hangi rengi sevdiğim sorulmamış, varlığından habersizim gök mavisinin, toprak kahvesinin, portakal turuncusunun renginden. Tiril tiril, uçuş uçuş eteklere bezenerek fanusun içindeki balerine benzemişim.
Ağzımı açtığımda sesimin ayarını yapmam, mahalle arkadaşlarımın kullandığı jargonda konuşmamam tembihlendi. İyi hoş, bir şekilde usturuplu oturma kalkma eğitimini aldığımda, beni uzak diyarlara götürecek olan beyaz atlı prensimi beklemem gerektiğini öğrendim.
Bu atlı prens öyle muazzam bir şeydi ki hayatımı ona göre şekillendirecek, gık dese hemen yutkunacaktım. Dünyaya geliş amacım beyaz atlı prensin yemeğini pişirip taşıran, bebeğini doğran, evini temizleyen yan karakter olmaktı. Bu öğretiler doğrultusunda büyütüldüm.
Doğrusuna bakarsanız kitaplardan hoşlanıyordum ben, aklımı ve beynimi doyuran sayfalarda daha bir özgürdüm. Beni şartlamıyor, yönlendirmeye ve denetlemeye çalışmıyorlardı. Daraltılan ufkumu bu sayede genişlettiler. Yaratılış amacımın beyaz atlı prense hizmet olmadığını, ancak ve ancak sevdiğim kişiye yoldaşlık etmek olduğu kanaatine varmamı sağladılar.
Fikirler değiştiğinde, mantık evresine vardığımda yakışıksız dilimle bütün gözleri diken gibi üstüme çektim. Entel dantel konuşmalarım öyle çok yadırgandı ki, dış kapının mandalı gibi ortada kalıverdim. Beni atının terkisine atacak prensi çoktan ret etmiş, prenses eteğimi başımın üstünden çıkarıp atmıştım.
Ağzıma geleni söylemiyordum tabi ki, ancak düşüncelerimi kendime saklamıyor yanlışı görüyorsam susmuyordum. Beni ikincil konuma getiren koca bulma kaygısını, ata sporlarımızdan olan trip furyasını takip etmiyordum. Özgürlüğün ilk evvela akılda başladığını fark ettim. Çayımı kendi irademle şekersiz içip, hoşuma giden dövmeyi tamda istediğim yere yaptırdım.
Beyaz atlı prensin bulmayı beklediği pembe etekli prensesi öldürmüş, helvasını dahi kavurmadan defnetmiştim. Kurallarımı koyarak, sınırlarımı bilerek, çapımın neye yettiği bilinciyle post-modern kadına evrildim. Mantığımın yanaşmadığına yanaşmadan, eğilir gibi yapmadan yüzümü güneşe döndüm.
En sonunda bulut beyazını sevdiğimi fark ettim, beyaz atlar bana göre değildi!...
-Semra Şenol
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERİDE KALAN MEKTUPLAR
Short StoryArtık konuşmak için çok geç, yazılacak bir hikayem kaldı geriye. Parça parça bir kaç öykü, söylenmemiş kelamlar var dilimde. Yeri geldiğinde hakkıyla yaşanmamış hayatların ağırlığı omuzlarımda. Susmak artık öldürücü bir yalan. Kirlettiğim sayfal...