Sen ki; en büyük hatam, umarsız tarafım, deli dolu çılgınlığım, ardımda bıraktığım, en acılı yaram, üşengeç kalbimin unutmadığı!
Üstünde olan hakkımı helal etme Küçüğüm, zira sen koruyamadığımsın. Kötülük elinde olmadan seni yutarken, ben elinden tutamadım. Vazifem, mecburiyetimdi yaşamının esenliği. Hasletin gereği barındırdığın naif ruhu anlayacak vasıfta değildim, affet!
Keşke zamanı geriye saracak kuvveti bulabilsem kendimde, incinmiş yüreğini, çelimsiz bedenini tekrar sarabilsem. Pişmanlık; huşu içermeyen bir kezzapmış!
Yudumladıkça bağrımı yakıyor. Kursağımda takılı kaldın Küçüğüm, yutkundukça büyüyorsun.
Omuzlarıma yüklenen görevi suiistimal ederek seni, dişlerinden kan ve nefret damlayan dünyanın önüne attım. Ayaklarının üstünde duramayacağını, ince bedeninin boyundan büyük sorumluluklar taşıyamayacağını akıl edemedim.
Sevgili Küçüğüm, yolunu bulmana yardım etmeyen ablana kızgın mısın?
Veyahut affedebilir misin, benciliğimin vebalini?
Hasretini ve sevgini yıllardır kucağımda taşıyorum. Yorgunum Küçüğüm, utancım ve nedametim beni yiyip bitiriyor. Gözlerimi her kapatışımda gülüşün düşüyor önüme, nefes dahi alamıyorum. Öyle acıyor ki içim Küçüğüm, güzel yüzün ıstırabımı hafifletemiyor.
Birkaç resmimiz kaldı geriye ikimizi hatırlatan, sen objektife gülümsemeni bahşederken benimse suratımı astığım. Hiçbirinde kollarımı dolamamışım sana, sıcaklığımı esirgeyip paylaşmamışım. Nasıl pişmanım Küçüğüm, bir bilsen!
Genç kadının kalem tutan parmakları acıyla seyirdi. Bastıramadığı hıçkırıklar can evinden vururken, yazmanın rahatlığına sığınamıyordu. Bazı kederler, yazılarak bile aşılamıyordu. Olan olduktan sonra, dibe vurmaya ramak kala son çırpınışların faydası yoktu.
Hüzün vurmuşken sahile, yaşanan kırgınlıklar deniz boyunu aştığında, ıstırabın koyu rengiyle yıkanmamak olacak şey miydi?
Havin elindeki kalemi bırakıp sandalyesinde geriye yaslandı. Havayı boğan, yüreğini tamamıyla karartan gece çökmüştü odasına. Çalışma masasının üstündeki, odayı kısmen aydınlatan lambanın ışığında, yalnızlığını gözlüyordu.
Refleks gibi bir hareketle eli çekmeceye yöneldi, akıtamadığı gözyaşları içinde kocaman bir göl misali durağan ve hissizdi. Çekmeceden yıllardır gözü gibi sakladığı fotoğrafları ve mektubu çıkardı.
Daha dün gibi hatırlıyordu geçmişi, sanki hiç geçip gitmemişçesine.
Yağmur!
Onun küçük kız kardeşi. Aralarında yedi yaş vardı, Havin hiçbir zaman bir kardeşi olsun istememiş, kardeşini benimsemekte zorlanmıştı. Anne ve babasının küçük bebeğe karşı olan tarifsiz sevgi ve ilgileri, Havin'de bir köşeye atılmış bez bebek hissini yaratmıştı.
Yağmur, yumru yumru elleriyle, boncuk gibi berrak gözleriyle ablasının kucağına verildiğinde annesi Havin'e "Küçük kardeşini bizden sonra sen koruyacaksın, hatta yeri geldiğinde onu bizden de fazla seveceksin. Çünkü o senin sevgine muhtaç" demişti.
Havin yedi yaşındaki aklı ile kıskançlığın tezahürünü dahi bilmezken "Kendimi daha çok seviyorum. Bu şey konuşmayı bile bilmiyor!" diye karşı çıkmıştı.
Ahir zaman, annesinin ne demek istediğini ağır bir ders sonucunda öğrenmek zorunda kalmıştı. Dilim yansaydı da kardeşimi istemediğimi söylemeseydim, diye ah etse de, geç kalınmış teessürü yersizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERİDE KALAN MEKTUPLAR
Historia CortaArtık konuşmak için çok geç, yazılacak bir hikayem kaldı geriye. Parça parça bir kaç öykü, söylenmemiş kelamlar var dilimde. Yeri geldiğinde hakkıyla yaşanmamış hayatların ağırlığı omuzlarımda. Susmak artık öldürücü bir yalan. Kirlettiğim sayfal...