Küçük Hasan kirli ellerinin, tırnakları arasına kaçan pislikleri aldırmadan yarım simitini yemeye koyuldu. Tıpkı babası gibi kavruk tenli, koyu saçlı, çelimsiz bir vücudu vardı. Bu küçük bedeni yoksulluğa, kışın soğuğuna, yazın sıcağına karşı dirençliydi.
Diğer üç kardeşin en küçüğü en sıhhatlisi ve en mutlu olanıydı. Şafak yenice söktüğünde babasıyla kalkar, sarımsı renkteki gün ışığı dolan sokağa çıkardı. Sabahları biraz serin olduğundan babası uzun kollu bir kazak giydirmişti Hasan'a.
Kahvaltı yerine geçen tek simiti ikiye bölüp ona veren babasına gülümsüyordu. Ne o, ne de diğer kardeşleri mükellef bir kahvaltının sütle, peynirle ya da sucuklu yumurtayla yapıldığını bilmezdi. Bilmemek çoğunlukla mutluluk getirirdi. Yokluğunu bilmedikleri varlıkların, lükslerin hasretini çekmezlerdi böylelikle.
Yarım simitle doyduğunu söyleyen babası karton topladıkları arabayı sürerken, henüz okul çağına gelmeyen Hasan'da üç adım arkasından yürüyordu. Sokaklar sabah işe yetişmek telaşıyla hızlı adımlar atan insanlarla dolmaya başlamıştı.
Yeşil renkte çöp varillerinin yanına bırakılan karton kolileri arabaya dolduran babasına boş pet şişeleri toplayarak yardım etti. Çoğu zaman yatakta kalıp uyumak isterdi, amma ve lakin iki ablası da okula gittiğinden tek başına evde kalmasına babası izin vermiyordu.
Diplerinden geçen iki dirhem bir çekirdek kıyafetli ablaların, ağabeylerin babasına ve kendisine acıyarak baktığının farkında değildi. Küçük Hasan onları içtenlikle gülümseyen gözlerinin ışıltısıyla selamlıyordu, bazıları ise duruyor 'Günaydın' diyerek onu selamlıyorlardı.
Vakit öğlene yaklaşmaya dururken babası adını seslendi; "Len Hasan bak sana ne buldum!"
Hemencecik babasının yanına yaklaşıp ona vereceği şeyi dört gözle bekledi. Babası yeşil çöp varilinin içinden kırmızı tüylü, bir kulağının dikişleri patlamış beyaz burunlu bir ayı çıkardı. Neredeyse boyu Hasan kadardı, babası kollarının arasına verdiğinde tüy kadar da hafif olduğunu anladı.
Neşeyle kırmızı ayıyı bağrına basarken "Benim olsun mu baba, benim olsun mu?" diye sorarken, eğer oynamak isterlerse ablalarına da ara sıra vereceğini geçiriyordu.
"Olsun ya aslanım, akşam ablan bir güzel yıkayınca tertemiz olur" dedi babası hoşnutlukla gülümserken.
Küçük Hasan çöp kokan, bir kulağı yırtık kırmızı ayısını havaya atıp geri yakalayarak sevinçle kahkaha atıyordu. Bir kere onun burnuna hiçte pis gelmiyordu kokusu, hem de yesyeni bir oyuncaktan farksızdı.
Bu kez okula giden formalı ablalardan bir kaçı durmuş Küçük Hasan'ın içten sevincini, coşkusunu telefonuna video olarak çekiyordu. Küçük Hasan bunun bilincinde değildi, tek düşündüğü ablası ayıyı yıkadıktan sonra onunla sarılıp uyumak istediğiydi. Daha önce babasının yine çöpte bulduğu tekerleği kırık arabasıyla birlikte artık bir oyuncak ayısı vardı. Hemde kıpkırmızı bir ayıcık.
Çöpün içinde bulunan, küçük bir çocuğun şen şakrak kahkahalar atmasını sağlayan kırmızı ayıcık bu kez çok sevilecek özenle sarılacaktı. Daha önceki sahibinin hor kullanarak yırttığı kulağı dikilecek, çöp kokularına layık görülen cüssesi tursille yıkanıp burcu burcu kokacaktı.
Küçük Hasan'ın artık bir ayısı vardı.
Bu gün babası saf mutluluğu çöpten çıkarıp oğluna vermişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERİDE KALAN MEKTUPLAR
Short StoryArtık konuşmak için çok geç, yazılacak bir hikayem kaldı geriye. Parça parça bir kaç öykü, söylenmemiş kelamlar var dilimde. Yeri geldiğinde hakkıyla yaşanmamış hayatların ağırlığı omuzlarımda. Susmak artık öldürücü bir yalan. Kirlettiğim sayfal...