Mankenler sahnede tek tek yürürken, Willow podyuma baktı. Defile başlayalı biraz olmuştu ve şu ana kadar gördüğü kıyafetler güzel olsa da, kesinlikle Willow'un giyeceği şeyler değillerdi.
Öncelikle Willow Brown, bu kadar renkli ya da şatafatlı şeyler giymezdi. Üzerinde kurdele bulunan şeyleri ise hiç giymezdi.
Bu seçiciliği ve kolay beğenmemesi, zaten halihazırda birçok modacıyla anlaşamamasına yol açmıştı. Gözlerini podyumda tutmaya ve ne kadar sıkıldığını belli etmemeye çalışan Willow, hemen yanında oturan Lizzy ve onun yanındaki Colin'e göz gezdirdi.
Colin, durup durup Lizzy'nin kulağına, Willow'un komik olduğundan şüphesi olmayan bir şeyler fısıldıyordu ve ikili gülüşüyorlardı. Diğer yanında, Leo'nun hemen yanında oturan annesine ve Oliver'a baktı Willow... Oliver'ın tek eli kadının dizinde dinleniyordu ve annesinin vücudu, bir refleks gibi, Oliver'a doğru yaslanmıştı.
Gülümseyen Willow, yine iki mutlu çift arasında kaldığını acı içinde kabullendi.
"Melinda ne zaman çıkacak merak ediyorum."
Willow, Leo'nun sözleriyle düşüncelerinden koptu ve bakışlarını adama çevirdi. Willow'u mahvettiğini biliyormuş gibi yine baştan aşağı siyah giyinmişti ve o kadar yakındı ki Willow, adamın gözlerindeki mavilerin yeşillerle bir tablodaki gibi karışmasını izleyebiliyordu.
Adamın kumral saçlarına ve kendisine meraklı ve haylaz bir ışıkla bakan gözlerine baktı Willow... Ve bu sefer, çiftlerin arasında yalnız olmadığını fark etti.
"İnan bana, çıktığında onu fark edeceksin."
Bunun üzerine Leo genişçe gülümsedi. İkili önlerindeki podyuma bakarken Leo, "Colin'in dedikleri doğru o zaman?" diye sordu.
Willow da bakışlarını podyumdan çekmeden konuştu.
"Bencil, tüm hayatını başkalarını sömürerek geçiren, yüzeysel ve kötü kalpli bir insan olduğunu mu söyledi? Öyleyse doğru."
Willow, Leo'nun omuzlarının hareket ettiğini hissetti. Ona bakmasa da, adamın gülüyor olduğunun farkındaydı. Aralarındaki mesafenin azlığını da o an fark edebilmişti: Adamın diziyle kendi dizi arasında birkaç santimden çok mesafe yoktu ve vücutlarının yan kısımları neredeyse birbirine değecekti.
"Daha önce hiç kimseden böylesine hararetli bir şekilde konuştuğunu duymamıştım."
Willow omzunu silkti, adama bakmamaya devam ediyordu.
"Melinda'yı tanısan anlardın."
Sonra kadın, kendisi hakkında konuşulduğunu fark etmiş gibi podyumda belirdi. Kulaklara ilişen müzik, fotoğrafçıların fotoğraf çekme sesiyle karışırken, Melinda sarı saçlarını savurdu ve yüzünde dünyanın efendisiymiş, bu dünyada elde edemeyeceği hiçbir erkek yokmuş gibi bir ifadeyle yürümeye başladı.
Giydiği yer yer yeşil, yer yer soluk sarılı elbise Willow'un zevkine hitap etmese de kadının vücuduna tam oturmuştu. Uzun yırtmacı güzel bacaklarını öne çıkarıyordu ve Willow, Melinda'nın bu işi yapmak için doğduğunu fark etti.
Oraya nasıl geldiği, Brown ailesini nasıl kullandığı önemsizdi. Melinda gerçekten bir model olmak için doğmuştu.
"Sanıyorum ki bu, Melinda."
Willow Leo'ya başını salladı, gözlerini Melinda'dan çekmemişti. Kadın podyumun en ucuna gelip, insanlara ve fotoğrafçılara bir öpücük gönderirken, omzundaki tek askı birden koptu ve aşağı düştü.
Melinda'nın sol göğsü, göğüs ucunu belli edecek kadar açılırken tüm salonda şaşkınlık sesleri çıkmaya başladı, Willow ise şaşkınlıkla ağzını iki metre açmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEO
RomanceHollywood'un en ünlü ailesinin en içe kapanık bireyi Willow Brown, bir partide aylar önce gördüğü adama vurulur. Leo Hunt, ünlü bir aktör, yazar ve Willow'un gördüğü en yakışıklı erkektir. Üstelik o mükemmel sesiyle kendisine Jane Austen'den alıntıl...