FİNAL YAKIN, YORUM BUTONUNU YIKIN!
Gözlerinizi kapatın. İki gün boyunca aç ve susuz kaldığınızı, hiç uyuyamadığınızı düşünün. Bu süre zarfında, etrafınızda kafa dağıtabileceğiniz ya da sohbet edebileceğiniz arkadaşlarınız yok. Sadece birkaç kişi ve bir düzine tuzak var ama o kişiler de bizzat kafanızı dağıtmak için orada. Mecazi anlamda söylemiyorum. Bu en az herkesin birkaç tanesine sahip olduğu batıl inançlar ya da babamın sigara takıntısı kadar gerçek.
Etraftakiler sadece zarar vermek için orada ama aslında bunun da çok önemi yok çünkü zaten arkadaşları olan biri olmadığım için arkadaş canlısı bir tavır da beklemiyordum.
Zaten o tavrı betimleyebileceğimden de pek emin değilim. Ama diğerlerini anlatabilirim. Açlığı, susuzluğu, uykusuzluğu... Zaten bu üçü bir araya gelince tamam artık dipteyim dersiniz. Hani belki yaşamışsınızdır. Mideniz kasılır, yanında olmazsa olmaz bir bulantı ve baş dönmesi... Eğer şanslıysanız gözleriniz kararmadan evvel bir yerlere tutunmayı başarırsınız. Çünkü hemen arkasından yerle bir olursunuz ve hayır, bu da mecazi anlamda değil. Hatta siz bunun yerine yeri öpmek falan da diyebilirsiniz, aynı kapıya çıkıyor.
İşte bir gün, yine bir depoda, gözlerimi açmış ve benim için hazırlanan bir çeşit alıştırma parkuruyla karşı karşıya kalmıştım. Babam öyle derdi. Alıştırma parkuru. Bunlar tamamen benim iyiliğimi düşündüğü, daha güçlü olmamı istediği içindi. Ya da kendini öyle kandırıyordu.
Etrafa sırasıyla dizdiği tuzaklardan ve diğer şeylerden kaçarak bu labirentten çıkmam gerekiyordu. Tabii bunun için öncelikle bağlı olduğum sandalyeden kurtulmam gerekiyordu ki, ben bu işte pek başarılı sayılmazdım. Günümün yarısı orada oturmakla geçti. Sonunda Cho gelip beni çözdü. Omzuma iki kez vurup 'Devam et.' dedi.
Bir yandan tuzakları geçmeye çalışıyor, bir yandan bana saldırması için hazırladıkları adamları dövmeye çalışıyordum. Sadece 16 yaşındaydım ve Cho da bir köşede durup beni izliyordu.
Bu böyle devam etti. Depo tam bir labirentti ve arada sırada buradan ancak ölüm çıkar diye düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Sonunda dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimden Cho tekrar işe karışmak zorunda kaldı. Çünkü 2. günümdeydim, aç, susuz, uykusuz ve yorgundum. Daha kötüsü... sadece 16 yaşındaydım.
'Aynı yerden geçip geçmediğini anlamak için arkanda bir iz bırak.' Hansel ve Gretel göndermesine göz devirmeden edememiştim çünkü o an elimde bir parça ekmek olsaydı onu ufalayıp yere atacağıma çiğnemeden yutar, en azından tok ölürdüm.
Üzerimde de bırakabilecek bir şeyim olmadığından sonunda dövmeyi başardığım adamlardan birinin elinden kaptığım hançerle avcumu kesip duvara kanımı sürmek zorunda kaldım. İşe de yaradı. Sonunda çıkışı buldum.
Parlak güneş gözlerimi alıyordu ve temiz hava da ciddi anlamda ciğerlerimi yakıyordu. Uzun süre kapalı, havasız ve karanlık bir ortamda can çekişince sonrasında aldığınız nefes bile batıyordu işte böyle.
Babam beni bekliyordu. Ellerinde siyah eldivenleri vardı. Benim elim hala kanıyordu.
Karın yağdığını babamın beyaza bürünmüş saçlarıyla anlamıştım. Oysa tepemde parlayan bir güneş olduğuna yemin bile edebilirdim.
Kendimi attığım yerden doğruldum. Terden ıslanmış kıyafetlerim karlı ve ıslak toprağa battığından daha beter hale gelmiş ve beni fena üşütüyordu.
Elimdeki hançere güldü. 'Sana silahsız çıkma diye boşuna demiyorum. Ayrıca tam 2 gün oldu. Daha sıkı çalış.' İşte bu kadar. Sonra arabasına binip gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DeadLock ~ Sekai
FanfictionOh Sehun'un iki eli de kanlıydı. Biri doktor olduğu için, öteki katil olduğu için. Peki ya Kim Jongin, iki elini birden tutacak mıydı?