Selaaaaam şalskdlşks
Ay biliyorum hiç buraya gelmeye yüzüm yok ama valla açıklayabilirim.
Açıklıcam da ama bölüm sonunda lşaksdaşlk
Şimdi iyi okumalaaar <3
---
Gökyüzü sanki içimdeki bütün korkuları sezmiş, bütün kara bulutlarını, soğuk rüzgarlarını yaz gününde üzerime yolluyordu. Camdan şöyle bir baktığımda bile hava içimi ürpertiyordu. Kötü şeylerin, olabilecek tüm kötü şeylerin işaretçisi gibi bir havada dışarı bile çıkmak istemiyordum. Bu gün o günlerden biriydi. Bir hayatı kurtarmam gereken günlerdendi. Yaşamı anımsatan bir gün olması gerekirken neden böyle ölüm kasvetinde hissediyordum? Boğazımdan mideme kadar inen o bütün yol düğüm düğümdü. Nefes almak güçsüzleşiyordu.
"İngiltere'de olduğunu unutuyorsun sanırım." Baekhyun'un her şeye rağmen keyifli gelen sesi tüylerimi ürpertmişti. Elindeki sonuna kadar doldurmuş olduğu kahve kupasıyla kalçasını pencerenin kenarına yaslayarak dışarıya yönelmiş olan bütün ilgimi kendi üzerine çekmişti adeta. Bunu nasıl başarabildiğini bilmiyordum ancak beni hem germeyi, hem de rahatlatmayı aynı anda başarıyordu.
"Anlamadım?" Üzerindeki beyaz tshirt ve siyah pantolonuyla bile dikkatimi öylesine dağıtmıştı ki dediği şeyi anlama gibi bir zahmetine girmemişti beynim. Kafamın içinde tehlike çanları çalıyordu, bu sese karışık olarak ise Baekhyun'u seven ve onu düşününce bile hızla çarpan kalbimin sesi yankılanıyordu. Hala delirmemiş olmam ne büyük mucizeydi.
"Diyorum ki en ufak bir kapalı havada bile böyle moralin bozulacaksa sonbaharda ne yapacaksın?" Bunu ben de merak etmek isterdim. Ya da böyle havalarda yatağıma gömülmenin hayalini kurabilmeyi isterdim, Baekhyun'la birlikte. Lakin evren bana böyle bir hakkı sunmayı tercih etmemişti.
"Ne yazık ki bunu hiçbir zaman göremeyeceğim." Baekhyun unutkan, patavatsız ya da konuşmak için konuşan biri değildi. Biliyordu, bana baktığı her an gideceğimin farkındaydı. Yine de böyle cümleler kurmaya devam ediyordu. Belki ölüm döşeğindeki bir hastaya gelecek günleri anlatırcasına moral olmaya çalışıyordu bana. Belki de sadece benim gibi kafasında asla gerçek olmayacak hayalleri canlandırıp buna dile dökmeyi seviyordu. Ben bütün bunları dile dökemezdim. Onla olmayacak günleri düşünmek bile acı verirken sesli söyleyemezdim.
"Canlan bakalım kurtarıcı çocuk. Bugün seni bekleyen bir görevin var." Bunu hatırlatması bile o düğümü bir kez daha sıktı. Ciğerlerim sıkıştı. Korkması, üzüntü duyması ya da başka herhangi bir tepki vermesi gerekiyordu. Oysa yaptığı şey bana cesaret vermekten başka bir şey değildi. İstediğim şey cesaret değildi, gözlerinde biraz korku görebilmekti. Sanırım öyle olsaydı bu beni vicdanen daha rahatlatırdı.
"Gitmek istemiyorum." Endişelerimi, korkularımı ve beni sabahtan beri uyaran sezgilerimi bir kenara atarak kollarımı beline doladım. Varlığından destek almaya ihtiyacım vardı, kafamda çalıp duran alarm seslerini susturmam gerekiyordu. Kollarını boynuma atıp sarılmama karşılık verdiğinde kendime aynı şeyi tekrar ettim. Sorun yok. Sorun yok. Sorun yok.
Ortada apaçık sorunlar vardı. Öncelikle sona yaklaşıyordum. Bugünü atlatırsam sonrasında son görevimi yerine getirip ortadan, Byun Baekhyun'un hayatından kaybolacaktım. Bu büyük bir sorundu ama kollarımda ki adam için her şey o kadar normaldi ki. Endişelenmekten başka bir şansım kalmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rescuer
Fanfictionİzin verirseniz size neden 1980 yılında ve neden Londra'da olduğumu açıklayayım.