Zemin altımda hareket ediyor, bedenim şiddetle sarsılıyordu.
Kalbim çok hızlı atıyordu. Neden kaynaklandığını anlamadığım bir gürültü kulaklarımı öylesine rahatsız ediyordu ki başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. Başımdaki ağrıya rağmen gözlerimi aralamayı denedim. Parlak floresanların gözlerime direkt temas etmesiyle gözlerimi yeniden yumdum.
İkinci denemem diğerine göre biraz daha başarılı olmuştu. Acıyan gözlerimi, iki saniye kadar açık tutabilmiştim bu sefer. En azından betondan bir koridorda olduğumuzu ve hareket halinde olduğumu anlayabilmiştim. Kıpırdamayı denedim. Ama sadece denedim. Başıma keskin bir acı saplandı ve kendime bile yabancı gelen bir sesle sızlandım.
"Lütfen benimle kal." Endişe ve korku. Duyduğum ses için bu iki tanımı kullanabilirdim. Yabancı bir sesti. Ama bir şekilde tanıdık olduğunu düşündüm. Gözlerimi bir kez daha zorladım en azından sesin sahibini görebilmek istiyordum. Bu sefer fazladan birkaç şey daha görebilmiştim. Sedyedeydim ve vücuduma serum bağlıydı. Kulaklarımı rahatsız eden şey tekerleklerin boş koridorda çıkardığı yankıydı ve sesin sahibi kişi beyaz önlüğü ile adeta koşar adımlarla beni ürkütücü koridorda bir yerlere götürüyordu.
Bana ne olmuştu böyle? Hiçbir şey hatırlamıyordum. Hayır, bir şeyler hatırlıyordum ama beynim bunları getirmek istemiyordu. Düşündüm, düşündüm ve düşünmek kafamda korkunç sancılara neden oldu. Beynimin içinde büyük bir arı kovanı varmış gibiydi. Düşünmeye çalıştıkça sesler yükseliyor, ağrım artıyordu. Acıya dayanamadığım bir andan sonra yabani bir sesle bağırdığımı işittim. Oysaki bağırdığımın farkında bile değildim.
"İyi olacaksın. Güvendesin." Bu sözlerin ne anlama geldiğini kavrayamadım. Hiçbir şeyi kavrayamadan bilincim tamamen gitti ve karanlıkla buluştum.
Bu kez beni kendime getiren şey ne gürültüydü ne de sarsıntı. Kulağıma dolan kuş sesi ve göz kapaklarımı açılması için zorlayan gün ışığı beni hayata dönmüştü. Aydınlık biraz rahatsızlık verse de bu defa gözlerimi açmak daha acısız olmuştu. Bu sefer bir odadaydım. Görüşüm hala bulanıktı ve detaylara dikkat edemiyordum ama bir evde olduğumdan emindim.
Yattığım yerin biraz ilerisindeki kafes dikkatimi çekmişti. Demir kafesin içinde hareket ederek öten kuşu seçebilmek için gözlerimi kıstım. Pek ihtimal veremesem de serçeye benzettim. Gözlerimi biraz daha kıstım ve bu sefer emin oldum. Gerçekten bir serçeydi. Onun burada ne işi olduğunu düşündüm ilk. Buraya ait değildi. Buraya nasıl gelmişti?
Sonrasında duraksadım.
Peki benim burada ne işim vardı? Asıl ben buraya nasıl gelmiştim?
Aptal bir serçeyi görene kadar kendime bu soruyu sormak aklıma bile gelmemişti. Ben neden buradaydım? Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Pek çok bulanıktı. Yaşadığım şeyler aklımda canlanıyordu ama canlanan bu şeyler aslında yaşanmamış kadar da bulanıktı. Bir cevap bulabilme amacıyla yerimden doğruldum. Bu kez başarılı oldum. Başım hafif dönse de ağrılarım yoktu. Çok tuhaftı. Ağrım yoksa neden az önce sedyedeydim?
Peki, bu süre gerçekten az önce miydi? Koridorda gözlerimi açtığımdan beri ne kadar süre geçmişti?
Serum hala başımda duruyordu ama bana bağlı değildi. Ağır bir şekilde üzerimdeki ince örtüyü atarak ayaklarımı yerle buluşturdum. Odanın duvarları gözlerimin önünde kaydı. Beynimin bana oynadığı oyundan kendimi kurtarmak için şifonyerden destek aldım gözlerimin kararması durana kadar. Odanın kapısına kadar duvardan yardım alarak ilerledim. Odanın çıkışında beni geniş bir salon karşıladı. Ne çok toplu, ne de insanı rahatsız edecek kadar dağınıktı. Gözüme çarpan tek şey belirgin kahverengiydi. Eski tip odundan yapılma mobilyalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rescuer
Fanfictionİzin verirseniz size neden 1980 yılında ve neden Londra'da olduğumu açıklayayım.