Hâlâ hayatta olduğumu kendime hatırlatmam gerekiyordu.
Bundan birkaç sene önce ilk kez intihar girişiminde bulunmuştum. Bir kutu ilacı avcumun içine hapsederek yuvarlak desenli beyaz haplarla odamda hapis kalmıştım. Hapisten çıkmanın ise iki farklı yolu vardı. Ya hapları hepsini lavaboya atıp onları suyla tepkimeye girmesine izin verecektim ya da sonsuz karanlıkta kendimi bırakıp bedenimi odada bıraksam da ruhumu o hapisten kurtarabilecektim. O an neden hapları hepsini ağzıma atamadım, bilemiyorum. Halbuki yaşamak için bir sebep dahi bulamamıştım kendime ama sonuç olaraksa ilk seçeneği seçip yüklerin altında ezildiğim hayatıma kaldığım yerden devam etmiştim.
Şuan ikinci bir intihar girişimi düşüncesi aklımı kurcalıyordu. Bu sefer kimyasal maddelerin yerine denizin vahşi dalgaları arasında kayıp olabilirdim. Bir yerde denizin altında insanların sesinin boğuk geldiğini okumuştum. Eğer doğru bir bilgiyse hem zihnimde ki çığlıkları hem de insanların saçma salak kelimelerini işitmek zorunda kalmazdım. Bu plana içim ısınırken gözlerim bacaklarıma doğru kaydı. Bu planım da onlar benimle aynı fikirde değil gibiydiler.
Nasıl yere düştüğümü hatırlamıyorum, telefonumun ne zaman yerle bütünleşmiş olduğunu ama hâlâ karşıdan cızırtı seslerinin yükseldiğini... Sanki birkaç saniyeliğine burada değildim. Gözlerim kapısını örttüğüm kapıya kaydığında gözümden büyük bir damla gözyaşı yanaklarıma izlerini bırakarak üstüme düşüverdi. İçeride bir ceset vardı. Genç bir çocuğa ait, daha hayatında uzun bir yolu olan Yalçın isimli genç yaşamak yerine kan havuzunun içinde hareketsiz bedeniyle yatıyordu. Acaba ailesi var mıydı? Onu merak ediyorlar mıydı? Belki de hâlâ eve döneceğini umut eden gözleri yaşlı bir anneye sahipti. Bu düşünce göğsüme ucu sivri bir mızrağın saplanmasına izin vermişti.
Ben ölsem kimse merak etmeye bilirdi ama o çocuk, ben değildi.
Toparlanmak adına kendime birkaç saniye tanıdım. En azından ambulans çağıra bilmeli, kardeşimin hayatını şuanlık kurtaramamış olsam dahi bir genci ailesine teslim ederek ayakta durmaya yüzüm olmalıydı.
Ayaklarımın ucuna yüz üstü düşmüş telefonuma uzandığımda çatlamış ekranın yanı sıra devam eden bir çağrı anaekranımdaydı. Bilinmeyen Numara yazısına bakıp en son babamın aradığını düşünerek telefonu açışımı ama gelen sesin ona ait olmadığı kulağımda çınlayınca sertçe yutkunup tedirgin gözlerle ekrana baktım. Çağrı yaklaşık 35 dakikadır sürüyordu. "Küçük kız, küçük kız kendine ne zaman gelecek. Küçük kız, küçük kız ne zaman aklını kullanmayı öğrenecek." Telefonu elimden hızla fırlattım. Ses gelmesini açıkçası beklemediğim için refleks olarak gelişen koruma kalkanım sonucunda telefonu hoparlöre almış olmalıyım ki kahkaha sesi bana daha net şekilde ulaşmıştı. "Demek kendine gelebildin. Beklemeyi açıkça hiç sevmem, bekletildiğimde ise karşı tarafa zarar vermek hobilerimin arasındadır ama senin kendi kendinle konuşma çaban beni eğlendirdi. Kendini böyle motivasyon vermen çok dramatik, gözlerim yaşardı." Yalandan ağlamış numarası yaparken yerde ki çantama doğru uzanmaya çalıştım. "Bu arada içeride ki çocuğa da çok üzülme. Bana borcu vardı, o da böyle bir yol ile ödemek istedi." Çantamın fermuarını açıp içine göz atınca Çakıl'ın telefonu elmas bir madde gibi parlamaya başlamıştı. "Neyse kendine geldiğine göre konuya hızlı bir giriş yapalım. Babana selamımı söylememişsin halbuki o an anlaştığımızı sanmıştım. Kırdın beni." Telefonun açma tuşuna bastığımda şarjın %5'lik imresine lanet ettim. Kimi arayacaktım ki şimdi ben? Babamı mı, Leyla'yı mı? Polisi aramalıydım belki de, bu psikopatı yakalayabilirkerdi tabii kendisi şuan karşımda olmadığından kaynaklı sadece telefonu delil olarak ele geçirebilirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAMUR LEKESİ.
أدب المراهقينYarın belki de başkasının hikayesinin başlangıç günü olacak olsa da başroller belliydi, olay belliydi ben sadece o hikayeye bir bölüm gözüküp hiç var olmamış genç kız olarak kalacaktım. ©2018