ufak omuzları ağlamaktan çökmüş kahverengi saçlara sahip çocuk dizlerini yüzüne doğru çektiğinden bu yana epeyce ağlamıştı.
doğruldu ve havanın neredeyse kararıyor olduğunu gördü. tepeden aşağıya baktığında sokak lambalarının yandığını ve evlerdeki ışıkların gölün üstüne yansıdığını gördü.
acı bir gülümseme yerleşti ince dudaklarına.
karşısındaki manzarayı güzel kirpiklerinin arasından izlerken kısa bir süreliğine dalmıştı.
ta ki bir el omzuna dokunasıya kadar.
kestane saçlı omzuna dokunan elle usulca irkildi. gözlerini manzaradan ayırıp kim olduğunu görmek için arkasına doğru döndü.
sarı saçları rüzgarda dans etmeye başlamış bir çift göz kendisine bakıyordu. dolgun dudakları aralıktı.
"burada ne yapıyorsun.." diye sordu jimin.
sesinde yorgunluk vardı.
bankta oturan sadece bakakaldı. dili tutulmuştu sanki.
jimin karşısında duruyordu.
konuşamadı.
bunun üzerine sarı saçlı, "her yerde seni aradım jungkook." dedi.
kastane saçlı karşısındaki ufak bedene bakarken çenesinin titrediğini fark etti. ama artık çok geçti. ufak ufak gözyaşları süzülüverdi cam misali yanaklarından. oysaki ağlamak istemiyordu.
dudaklarını birbirine bastırırken jimin gördükleri karşısında bedenini alçalttı ve eğilerek jungkook'un yüzüne doğru dokundu.
baş parmağı kestane saçlı çocuğun yanağında usulca dolanırken göz yaşları hâlâ akmaya devam ediyordu.
jimin neredeyse dizlerinin üstüne çökecek kadar alçalmıştı.
karşısındaki bedene yaklaşarak, "şşh.." dedi. "neden ağlıyorsun? ağlama."
ama bilmiyordu ki, küçük olanın kalbinde olup biten savaşı.
bilmiyordu ki, aklındaki hiç durmadan uğuldayan sesi.
jimin henüz hiç birini bilmiyordu.
"ji.. jimin," demekle yetindi. ağladığı için adını söylerken hıçkırmıştı.
jimin iki elini jungkook'un yüzüne iyice yerleştirirken, "ne oldu güzelim?" diye sordu. sesinde korku vardı. gözleri dolmuştu.
küçük olan ses etmedi.
sarı saçlı ise parmak uçlarıyla, onun gözyaşlarını sildi.
aralarında oluşan sessizlik giderek yerini felakete bırakırken jimin dolgun dudaklarını ıslattı.
jungkook'un yüzü avucunun içindeyken tekrar konuştu. "söyle lütfen.." dedi. eliyle kahverengi saçının yüzünü sarsarken, "neyin var söyle! seni böyle görmeye dayanamıyorum kook.."
jungkook yutkundu.
nasıl söyleyebilirdi?
"özür dilerim," diyebildi sadece. gözlerinin kenarı kıpkırmızı olmuş, beyaz suratında lekeler bırakmıştı.
jimin ağlayarak konuştu.
"neden bahsediyorsun?"
jungkook gözlerini kaçırdı. içini çekerken karşısındaki güzelliğe gönlünden binlerce af dilemişti.
yapamıyordu.
gözlerine bakamıyordu.
"h-hey.." diyerek devam etti jimin. eliyle kestane saçlının yan duran suratını çevirmeye çalışırken, "neden özür diliyorsun? sen özür dileyecek bir şey yapmadın ki."
sesinde öyle bir tını vardı ki, her ne olduysa inanmak istemiyordu sarı saçlı.
bu yüzden ona sorar gibi konuşmuştu.
sonunda gözleri tekrar buluştuğunda, jimin gözlerinin içindeki o ufak kırıklıktan bir şeyler anlamıştı.
kalbine bir acı saplanırken başını olumsuz anlamda salladı.
"hayır jungkook," dedi. "pes etmiş olamazsın."
küçük olan, gözlerini tekrardan çektiğinde jimin onaylandığını anladı.
ağlamaktan bulanıklaşan görüş açısına rağmen gözündeki yaşları silmeden devam etti.
"sen çok güçlüsün," dedi. "pes etmiş olamazsın."
jungkook yanında eğilmiş bedene bakmamayı denerken gözlerini kapattı.
bir şeyler demeliydi.
buna mecburdu.
sarı saçlı yanında ağlarken dudaklarını araladı.
"ben.." dedi. "ben pes ediyorum, jimin."
zar zor konuşmuştu. ama sonunda demişti işte.
yüreği tarif edilemez bir şekilde yanıyordu.
bir kalbe sahip olmamak, bir çift ayağa sahip olmamaktan daha kötüydü.
çünkü kalbi jimin'di.
kalbi tamamen ona aitti.
ve şuan sarı saçlı önünde parçalanırken ona bakamıyor, parçalarını avuç içlerine toplayamıyordu bile.
pişmanlık duyuyordu.
ama başından beri yapmak istediği de buydu.
bu yüzden şuan yaklaşmışken geri dönemezdi değil mi?
"yürüdüğüm zamanın yirmi yedinci günü" demişti kendisine.
tam koca bir yıl önce. yürüdüğüm zaman, demişti.
ve o zaman gelmişti.
gelip geçiyordu işte.
jimin olduğu yerden doğrularak karşısında oturan bedene sarıldı.
"pes etmene izin vermem," diyordu.
haykırıyordu. bağırıyordu.kocaman tepede ikisi yalnız kalmıştı. bütün gökyüzü onlar için ağladı bu gece.
evdeki ışıklar söndü.
yıldızlar belirdi.
ve iki ıslanmış beden yan yana duruyordu.
birisi ayakta, diğeri ise oturuyordu. ayakta olan diğerine sıkıca sarılırken öylece kalakalmışlardı işte.
gözyaşları yağmurun içinde kaybolmuştu.
ve ilk defa ağustosun son günü yağmur yağmıştı.
tanrı yukarıdan cılız iki bedeni izlerken gülümsedi.
belki de bu onun onlara son gülümsemesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stars fall when you smile ' jikook
Short Storyölümlerini ve yaşamlarını birbirine adamış olan iki gencin hikayesi. "hâlâ acı çektiğini biliyorum, belki dindiremem ya da saramam onları ama izin ver; gülümsemeni koruyayım. çünkü sen güldüğünde, gökyüzündeki yıldızlar işte buraya, kalbimin en deri...